Masalcı Dede -2

O sırlarla ve gizemlerle örülü Shoreditch Park; bir mutluluk verici olaya daha sahne olmuştu böylece. O hafta sonu, o sır dolu parkta bir araya gelen bizim Veysel Baba ile daha henüz bir aylık olan o sevimli mi sevimli, o tatlı mı tatlı tilki yavruları arasında çok güzel bir sevgi bağı oluşmuştu. Ve daha sonra bizim Veysel Baba, içinde bulunduğu o muhteşem atmosferin coskusuyla olsa gerek; masalcı bir dede olarak ilk masalını da veya ilk hikayesini de böylece o gizem dolu Shoreditch Park’ın orta yerinde o sevimli mi sevimli tilki yavrularına anlatmıştı.

O masalımsı geceden sonra Veysel Baba’nın önünde artık daha farklı bir süreç durmaktaydı. Onun, o birçok sürprizlerle dolu yaşam yolculuğunda böylesine mutluluk verici sahneler, böylesine huzur verici sahneler pek de yaşanmamıştı. Doğduğu o küçük dağ köyünde geçirmiş olduğu o birkaç yılı bir yana bırakırsak eğer; diğer yılları hep çile içinde, hep azap içinde ve hep keder içinde geçmişti. Gözyaşı yüklü o yıllar onun için adeta bir karanlık dönem gibiydi. Adeta işkenceler içinde geçen o karanlık dönemde birkaç mutluluk verici olayı ancak hatırlıyordu. Sanki mutluluk ona haram edilmişti ve sanki adına mutluluk denilen o güzel duygu, o muhteşen ruh hali ona yasak edilmişti.

Oysaki bu yaşam yorgunu adam, bu siyaset yorgunu adam; siyasete bulaştığı o gençlik yıllarında ne de güzel şeyler düşlemişti. Barış, özgürlük, kardeşlik, eşitlik, sosyalizm gibi bir takım kavramlar veya değerler onun için ne de güzel hedeflerdi. Sözüm ona o değerli mücadeleden sonra bütün ezilenler için, bütün hor görülenler için ve bütün emeği sömürülenler için, bütün alınteri çalınanlar için adeta cennetten bir krallık inşaa edeceklerdi. Ve o cennetten krallığın içinde de bütün o ezilenler, horlananlar ve emeği çalınanlar sonsuza değin mutlu bir şekilde yaşayacaklardı.

Ama olmamıştı işte ve bütün o güzel duygular, istemler veya düşünceler; bir hayalden öteye gidememişti işte. Onca mücadeleden sonra, onca uğraştan sonra ve onca çabaladan sonra yine kazananlar o egemenler olmuştu, o kapitalist baronlar olmuştu ve o para babaları olmuştu. Onlar o muhteşem saraylarında, malikanelerinde veya şatolarında adeta zevk içinde, sefa içinde kıskanılacak bir yaşam sürdürürlerken; bizim o düşler kahramanımız, hayaller kahramanımız Veysel Baba ise o karanlık mahzenlerde, o işkence odalarında savaşı kaybetmiş bir yorgun savaşçı gibi o güzelim düşlerine, hayallerine elvade diyordu.

O savaş yorgunu adam birdenbire kendisini bir ihanet zincirinin içinde bulunca; işte o zaman adına siyaset denilen o kirli oyunu, o lekeli oyunu veya o hastalıklı oyunu bırakmaya karar vermişti. Ve artık bundan böyle siyaset yorgunu bir adam olarak yoluna devam edecekti. O ince uzun yolda başka başka acılar, başka başka yalnızlıklar, başka başka ihanetler veya başka başka terkedilmişlikler belki onu bekleyecekti. Bundan sonraki yaşamında hayat ona her köşe başında yeni bir süpriz yapacaktı ve belki de onu daha önce hiç tanımadığı bir takım yeni acılara boğacaktı, boğdu da. Ama olsundu, bir kere yola çıkmıştı artık ve o uzun ince yolun sonunda belki de aradığı o sonsuz mutluluğu bulabilirdi, buldu da.

Adam, çilelerle örülü o zorlu yaşam yolculuğunda aramış olduğu o mutluluğu bulabilmek için, o sonsuz huzuru bulabilmek için; öncelikle sabırlı bir insan olmayı öğrenmesi gerekiyordu ve her bakımdan da maneviyatını daha da bir güçlendirmesi gerekiyordu. Bu çile dolu ince uzun yolda sadece şanı, şöhreti hedefleyen, sadece meşhur olmayı hedefleyen, sadece zengin olmayı veya devasa bir servete konmayı hedefleyen bir düşünce anlayışı; insanı bir takım yanlış işler yapmaya yöneltebilir veya insanın kişiliğinde bir takım olumsuz hasarlara bile yol açabilirdi. Böylesi bir duruma düşmemek için, insanın öncelikli olarak var olanla yetinmesini bilmesi gerekiyordu. Çünkü şu ölümlü dünyada insan, daha fazla servet peşinde koşarak bütün bir ömrünü sırf zengin olmak için, sırf mal, mülk sahibi olmak için öylece boş yere harcaması en büyük yanılgılardan biri gibidir.

Bizlerin şu an üzerinde yaşamaya çalıştığımız bu güzelim dünyada peşinden koşulacak başka başka güzel değerler de vardır. Mesela sevgi gibi,aşk gibi, dostluk gibi, kardeşlik gibi, evrensellik gibi, paylaşım gibi, yardımlaşma gibi, duygu birlikteliği gibi, eylem birlikteliği gibi, hatadan uzak durma gibi, yanlıştan uzak durma gibi, günahtan arınma gibi, suç işlememe gibi, özeleştiri yapabilme gibi, kişilikli bir insan olma gibi, onurlu bir insan olma gibi, vicdan sahibi bir insan olma gibi, merhametli bir insan olma gibi, şefkatli bir insan olma gibi, haksızlıklara karşı çıkan bir insan olma gibi, adaletsizliklere karşı çıkan bir insan olma gibi, eşitsizliklere karşı çıkan bir insan olma gibi, inançlara değer veren bir insan olma gibi, sabırlı bir insan olma gibi,manevi değelere sahip çıkanbir insan olma gibi, güzelliklere sahip çıkanbir insan olma gibi, iyi olanı koruyan bir insan olma gibi, güzel olanı besleyen ve geliştirenbir insan olma gibi, insana değer veren bir insan olma gibi, doğaya değer verenbir insan olma gibi, doğadaki diğer bütün canlıları koruyup gözetenbir insan olma gibi, hayvan katliamlarına karşı çıkan bir insan olma gibi, doğa katliamlarına karşı çıkan bir insan olma gibi, bütün savaşlara karşı çıkan bir insan olma gibi, bütün katliamlara karşı çıkanbir insan olma gibi, bütün açlıklara ve yoksulluklara karşı çıkanbir insan olma gibi, bütün soygunlara ve bütün talanlara karşı çıkanbir insan olma gibi, bütün kirli oyunlara veya senaryolara karşı çıkanbir insan olma gibi, ırk ayrımı yapmayan bir insan gibi, inanç ayrımı yapmayanbir insan gibi, renk ayrımı yapmayanbir insan gibi, bu dünyaya daha güzel bakanbir insan gibi, bu dünyadaki bütün güzellikleri kalbinde yaşayanbir insan gibi, sevmeyi ve sevilmeyi en yüce bir değer olarak görenbir insan gibi, parkta öylece koşup oynayan o çocuklar gibi, gökyüzünde öylece uçuşup duran o kuşlar gibi, o rengarenk gökkuşağı gibi, yere öylece düşen o yağmur gibi, bembeyaz bir kar tanesi gibi, uçurtma uçuran bir çocuk gibi, açan bir çiçek gibi, uçan bir kelebek gibi, düşen bir sarı yaprak gibi, yolda yürüyen yaşlı bir adam gibi, kuşları beslemeye çalışan yaşlı bir kadın gibi, çocuğunu emziren bir anne gibi, eve ekmek getirmek için uğraşıp duran bir baba gibi, torunlarına masal anlatmaya çalışan bir büyükbaba gibi, ölüm döşeğinde bile hala bir şeyler yapmaya, bir şeyler üretmeye çalışan o güzel insan Michelangelo gibi ve bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba gibi bir yılgınlık anında ölümün kıyısındayken bir konuşan tilki sayesinde yaşama geri dönen ve onunla sevgiye dayalı bir dostluk inşaa eden o Masalcı Dede gibi.

Ve o iyi kalpli Veysel Baba, artık bundan böyle gerek o sevimli tilki yavrularına, gerekse de bütün dünya çocuklarına çeşitli masallar anlatan Masalcı Dede olarak yoluna devam etmeye karar vermişti. Ve o heyecanla bir sonraki hafta sonu gerek o sevgili tilki dostlarına ve gerekse de onların o sevimli yavrularına en güzel masallardan birini daha anlatmak için o masal kitaplarını bir güzel karıştırıp yeniden okumaya başladı. Adam artık Masalcı dede olarak o sevimli mi sevimli tilki yavrularıyla, kendi arasında sevgiye dayalı, şefkate dayalı çok iyi bir iletişim kurmak istiyordu. Çünkü ancak bu sayede o büyük kral Parapanu’nun kendisinden istemiş olduğu o eğitim programının başarısı sağlanabilirdi.

Adam bu noktada masalcı bir dede olarak daha işin en başındayken ve böylesine ağır bir sorumluluk kendisine verilmişken daha işin en başında çuvallamak istemiyordu. Gelinen aşama itibariyle her türlü imkana sahipti ve içinde bulunduğu o yaşam tecrübesi de onu daha bir tecrübeli ve daha bir deneyimli kılmaktaydı. Gerek o internet ortamından, gerek elinin altındaki o masal kitaplarından binlerce masalı veya hikayeyi bir güzel okuyabilir ve içlerinden en güzel onları da bir güzel ezberleyebilirdi. Ve daha ileriki o zaman diliminde de çok iyi bir masal anlatıcısı durumuna bile gelebilirdi, gelmeliydi de. Çünkü onun artık bundan böyle masalcı bir dede olarak o güzelim Shoreditch Park’taki, o sevimli mi sevimli tilki yavrularına anlatacağı o masallar veya o hikayeler; artık orada bulunan o Rüzgar Taşı sayesinde dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan bütün tilki kardeşlere kadar uzanacaktı. Yani aynı anda milyonlarca tilki kardeş hep birlikte bizim o Masalcı Dede’nin o sır dolu Shoreditch Park’ta bir güzel anlattığı o güzelim masalları duyacaklardı. Ve belki de böylesine anlamlı bir görev bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba’ya verilmiş en değerli hediyelerden biri olacaktı, oldu da.

Veysel Baba o ilk günlerde bir yandan o masal kitaplarına yoğunlaşırken, bir diğer yandan ise o yeni doğan tilki yavrularını en iyi bir şekilde beslemek için her gün Londra dışındaki o Veysel Baba Çiftliği’nden en taze sütleri, en organik yiyecekleri getirip, o sır dolu parkın bir yerlerine bırakıyordu. O ilk günler bizim o iyi kalpli Veysel Baba açısından hem zordu, hem de yoğun bir uğraş gerektiriyordu. Fakat bir diğer yandan ise onca tilki yavrusunu beslemek, onlarla çeşitli oyunlar oynamak, onların o yaramazlıklarına katlanmak, onların o isimlerini ezberlemek, onlara eğitici bir şeyler anlatmak, yaşam hakkında onları bir güzel bilgilendirmek ve artık her gece onlarla buluşarak onlara çeşit çeşit masallar anlatmak ise insana ayrı bir mutluluk veriyordu.

Bizim o yardımsever Veysel Baba açısından bundan daha güzel, bundan daha anlamlı ve bundan daha mutluluk verici başka ne olabilirdi ki? Onun hayat boyu aramış olduğu bütün o güzellikler, sevgiler, dostluklar, arkadaşlıklar, gönüldaşlıklar ve bütün sırdaşlıkların hepsi de; en doğal haliyle, en sade şekliyle o sırlarla ve gizemlerle örtülü Shoreditch Park’ın tam da kalbinde yaşanmaktaydı. Sanki bir takım gizemli güçler devreye girerek bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba’ya böylesine anlamlı ve böylesine doğal bir görev vererek adeta onu mutlu kılmışlardı, adeta ona yepyeni bir yaşam bağışlamışlardı.

O güzelim Shoreditch Park’ta artık o soğuk günler yavaş yavaş geride kalmak üzereydi. Ve artık o güzelim ilkbaharın gelişi ile birlikte o sır ve gizem dolu Shoreditch Park daha da bir canlanmış ve daha da bir renklenmişti. Güneşin biraz olsun yüzünü göstermesi ile birlikte herkesi ve bizim o yaramaz tilki dostlarımızı tatlı bir huzur sarmıştı. Böylesine güzel ve böylesine davetkar bir atmosferin yeniden oluşması ile birlikte; çocuklar aileleriyle birlikte o sır dolu parka doluşmuşlar ve en güzel oyunlarını oynamaya başlamışlardı. Ve artık o yaşam dolu Shoreditch Park’ta birbirinden farklı, birbirinden değişik iki ayrı yaşam şekli oluşmuştu. Gündüzlerini kapılarını ardına kadar insanlara açan o güzelim Shoreditch Park hava biraz karardıktan sonra ve o karanlık biraz çöktükten sonra bu sefer de o kapılarını bizim o iyi kalpli Veyse Baba ile onun o çok sevgili tilki dostlarına açıyordu.

Her şey daha da bir güzelleşmiş gibiydi ve her iki taraf açısından belirlenmiş olano eğitim programı da artık hiç aksamadan devam etmekteydi. Her gece o sır dolu parkta verilen o sıkı eğitim programının daha da bir başarılı geçebilmesi için; bizim Veysel Baba elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Adam o yorgun haliyle, o uykusuz haliyle bile bir yandan o sevgili tilki dostlarına ders vermeye çalışırken, bir yandan da onların o sevimli yavrularına en güzel masalları, hikayeleri anlatmaya çalışıyordu. Çünkü o hem bir öğretmendi ve hem de Masalcı Dede’ydi. Ve bizim Veysel Baba da artık bu durumu çok iyi bildiği için de, her gece verilen o derslerden sonra adeta bir ödül gibi o çok sevimli tilki yavrularına birkaç masalı veya hikayeyi hep birden anlatıyordu.

O güzelim Shoreditch Park’ta her şey bu haliyle devam ederken; Londra dışındaki o Veysel Baba Çiftliği’nde de o çalışmalar son sürat devam etmekteydi. O çiftlik evinde tamamen organik bir ortamda yetiştirilip, beslenen o tavuklar, hindiler, ördekler, kazlar ve hatta tavşanlar artık büyümüşlerde ve artık neredeyse kesim aşamasına gelmişlerdi. Bununla yetinmeyen bizim Veysel Baba, kendi düşüncesi olan o çiftlik evine birkaç adet de inek almıştı. Ve o güzelim ineklerden sağılan o süt sayesinde de bizim o sevgili tilki yavruları en iyi bir şekilde beslenerek güç kazanmışlardı. Gerçek sevgi buydu işte, gerçek dostluk buydu işte. Bizim o iyi kalpli Veysel Baba aracılığıyla bir yandan o tilki kardeşlere çeşitli dersler anlatılırken, bir yandan o sevimli tilki yavrularına çeşitli masallar anlatılıyordu ve bir diğer yandan da onların en iyi bir şekilde beslenmeleri sağlanıyordu.

O güzelim Shoreditch Park’ta günler bu şekilde devam ederken; artık yavaş yavaş o ayrılık vakti de yaklaşmaktaydı. Çünkü Londra dışındaki o çiftlik evinde çalışan görevliler, çiftlik evindeki çalışmaların ve hazırlıkların üç ay gibi kısa bir zaman dilimi içerisinde sonlanabileceğini bizim o Veysel Baba’ya bildirmişlerdi. Artık o ayrılık vaktinin daha da bir yaklaştığını öğrenen Veysel Baba hemen yüz bir gün sürecek bir eğitim programını devreye soktu. Ve bu düşüncesini de o sevgili tilki dostlarına söyleyerek onlardan kendisine yardımcı olmalarını istedi.

Veysel Baba, yüzbir gün sürecek olan o yoğunlaştırılmış eğitim programının daha başarılı olabilmesi için; o programın ismini The Hundred One Night Stories adını verd. Her gece birkaç masalın anlatılacağı o eğitim programı o ilk günden sonra artık daha da bir anlaşılır hale gelmiş ve artık daha da bir dinlenilir olmuştu. Ve içinde en güzel masalların olduğu o yüz bir günlük eğitim programı bittiğinde de; bütün tilki dostlar Londra dışındaki o çiftlik evine taşınacaklardı. Ve o taşınma işinden sonra ise geride sadece bizim o Veysel Baba ile o çok sevgili dostu Sessiz Ayak kalacaklardı. Tabi o zamana kadar bir aksilik olmazsa ve bizim o konuşan tilkimiz Sessiz Ayağa verilmiş olan o Kutsal Sandığı koruma görevi kendisinden alınmazsa ve diğer tilkiler gibi o da ölümlü kılınmazsa.

Veysel Baba bütün bu olasılıkları düşünerek o sır dolu Shoreditch Park’ta görüp de yaşamış olduğu her şeyi bir bir yazmaya karar verdi. Ve Shoreditch Park Stories adını vermiş olduğu bütün o hikayeleri de bütün dünya çocuklarıyla bir güzel paylaşmak için kendi adına bir web sitesi kurdu. Ve bu sayede de bütün dünya çocukları hem bizim o Veysel Baba’dan, hem o konuşan tilki Sessiz Ayak’tan, hem o iyi kalpli Lord Parapanu’dan, hem o sevgi dolu Prenses Batavine’den, hem o sır dolu Shoreditch Park’tan, hem o parkı mesken edinen o tilki dostlardan, hem onların o sevimli mi sevimli yavrularından, hem onlara her gece masal anlatan o Masalcı Dede’den, hem o Veysel Baba Çiftliği’nden, hem o kutsal mekan St.John’s Hoxton Kilisesi’nden, hem o Kutsal Sandık’tan, hem o Emanet Para’dan, hem o kargaya dönüşen mafya bozuntularından, hem devamlı bir şekilde: Para nerede? diye bağırıp duran o kargalardan, hem o sır ve gizem dolu Shoreditch Park’ta yaşananlardan, hem o Kinder House’den, hem orada yaşayan o yalnız adamdan, hem onun adeta bir müzeye, bir sanat evine dönüştürdüğü o evinden, hem o Rüzgar Saçlı Kız’dan, hem o 7 July saldırılarından, hem o Rüzgarlı Vadi’den, hem o Eş Değişim Programı’ndan, hem o 62. Bölge’den, hem orada yerin yüzlerce metre altında inşaa edilen o Yeraltı Krallığı’ndan, hem o yaşam yorgunu Veysel Baba’nın o acılarla dolu yaşamından, hem onun o sevgi dolu küçük dünyasından ve hem de onun o sonsuz hayallerinden bir güzel haberdar olacaklar. Ve yine bu sayede bizim Veysel Baba’nın evine son zamanlarda dadanan ve masanın üzerinde öylece duran o cevizleri, fındıkları, fıstıkları ve hatta o çikolataları, o şekeleri bir bir aşıran o tatlı baş belası sincabı da bir güzel öğrenecekler. Veysel Baba’nın bazen adına Amigo, bazen Pancho ve bazen de Baş Belası adını vermiş olduğu o davetsiz misafirin; daha sonradan o Masalcı Dede’nin hayatına nasıl renk kattığını, nasıl bir heyecan getirdiğini de yine bu Shoreditch Park Stories sayesinde öğrenecekler.

Ve en son olarak da bizim Veysel Baba’nın artık Masalcı Dede olarak; o sır dolu Shoreditch Park’ın orta yerinde o sevimli mi sevimli tilki yavrularına her gece anlatmış olduğu o masalları, o hikayeler,; dünyanın diğer bütün çocuklarının da okuyabilmesi için buraya alıyorum. Ve bu sayede de benim Masalcı Dede olarak kaleme almış olduğum o hikayeleri; bütün dünya çocukları olarak bir güzel okumanızı, içselleştirmenizi ve o hikayelerden bir takım dersler çıkarmanızı ümit ederek şimdilik aradan çekiliyorum. Ve siz bütün dünya çocuklarını; o iyi kalpli Masalcı Dede’yle ve onun o Shoreditch Park’ta yaşayan o sevimli tilki yavrularına anlatmış olduğu o güzelim Hundred and One Night Stories isimli o güzelim masallarla başbaşa bırakıyorum. Haftaya buluşmak dileğiyle şimdilik hoşçakalın. Tüm sevgiler sizin olsun, tüm güzellikler sizin olsun. Londra’dan binlerce selam ve sevgi. Masalcı Dede’niz Veysel Baba.

Masalcı Dede -1

O son görüşmeden sonra çok mutlu bir şekilde eve dönen Veysel Baba; bir yandan yeni bir takım şeyler yazıp çizmeye çalışırken, bir yandan da hiç aşina olmadığı o masallara dair yeni bir takım kitaplar satın alıp okumaya çalışıyordu. Çünkü o yeni doğacak olan o sevimli tilki yavrularına en güzel masalları, hikayeleri veya öyküleri anlatması gerekebilirdi. Ve o sevimli mi sevimli yavruların kendisinden masal anlatmasını istediklerinde de mutlaka hazırlıklı olması gerekiyordu.

Veysel Baba bir yandan bu tip çalışmalara yoğunlaşırken, bir yandan da her gece yarısı o tekerlekli el arabasıyla yiyecek bir şeyler götürüp o güzelim Shoreditch Park’ın bazı yerlerine bırakıyordu. Çünkü ortada hamile tilkiler vardı ve o anne adayı tilkilerin de böylesi dönemlerde çok iyi beslenmeleri gerekiyordu. Gerçek dostluğun, gerçek arkadaşlığın ve gerçek yardımlaşmanın aslında böylesi dönemlerde gösterilmesi gerekiyordu. Gerçek sevgi buydu işte, gerçek dayanışma buydu işte. Sevgi, sanıldığı gibi öyle kolay elde edilmiyordu işte. Ve gerçek bir dostluğa giden o yolda çok çaba göstermek gerekiyordu, bir çok çileye katlanmak gerekiyordu. Bu çile dolu yolda, bu gözyaşı yüklü yolda yapılan her iyilik, her güzellik mutlaka bir gün karşılığını bulur. Çünkü sevgiye ve dostluğa açılan her gönül kapısının ardında bir güzellik saklıdır, bir mutluluk saklıdır.

Veysel Baba daha şimdiden o yeni doğacak olan, o sevimli mi sevimli tilki yavrularını düşünmeye başladı. Ve o yeni doğacak olan o tilki yavruları ile birlikte de, o da artık bundan böyle dedelik rütbesine terfi edecekti. Ve onlara anlatacağı o güzelim masallar sayesinde de, onların bir anlamda Masalcı Dede’si olacaktı. Bu güzel düşünce onu o çocukluk yıllarına geri götürdü ve o küçük dağ köyünde geçen o güzel günlerini yeniden hatırladı. O sıcak yaz günlerinde evlerinin o topraktan yapılmış damında bazı geceler babasının kendisine anlattığı o güzel hikayeleri hatırladı, o Binbir Gece Masalları’nı hatırladı, o Şah Maran’ın hikayesini hatırladı, o Yedi Uyurlar’ı hatırladı ve o Hz.Ali’nin Savaş Destanları’nı hatırladı. O güzelim yıldızların altında gökyüzüne bakarak o hikayeleri, o masalları dinlemek ne kadar da güzelmiş ve ne kadar da heyecan vericiymiş.

Bütün bunları düşünen Veysel Baba, artık Masalcı Dede olarak çocukluğunda yaşamış olduğu bütün o güzellikleri, o masalımsı günleri; o yeni doğacak olan o sevimli mi sevimli tilki yavrularına da yaşatmaya karar verdi. Çünkü o yapayalnız bir adamdı ve birtakım kişisel sebeplerden dolayı da evliliğe tövbe etmiş olan o yaşam yorgunu adamın hiç çocuğu da olmamıştı. Ve bütün bu sebeplerden dolayı da çocukluğunda hafızasında yer etmiş olan bütün o hikayeler, o masallar ve o destanlar da öylece öksüz kalmışlardı ve öylece anlatılacak bir yer arayıp durmaktaydılar. Ve belki de o yeni doğacak tilki yavruları sayesinde de, sözkonusu o hikayeler, o masallar veya destanlar en güzel haliyle onlara anlatılarak daha da bir anlam kazanacaklardı.

Artık masalcı bir dede rütbesine yükselen o iyi kalpli Veysel Baba; böylesine güzel düşünceler içerisinde tilki kardeşlerinden gelecek olan o müjdeli haberleri beklemeye koyuldu. Günler günleri, haftalar haftaları devirdi ve büyük bir sabırsızlıkla beklenen o müjdeli haberler, o mutluluk verici haberler ardı ardına gelmeye başladı. Ve bizim o doğurganlık kraliçesi Sessiz Ayağın üçü dişi olmak üzere toplamda beş yavru dünyaya getirdiğini öğrenen Veysel Baba daha da bir mutlu oldu. Neden olmasındı ki o çok sevgili dostu Sessiz Ayak toplamda beş adet yeni yavru dünyaya getirerek, kendisine en güzel haberi, en güzel hediyeyi sunmuştu. Shoreditch Park’ta yapılan o toplantılara, o sohbetlere ve o ders programlarına toplamda elli üç tilki dostumuz gelmekteydi. Ve o tilki kardeşlerin içinde de yirmi dört tanesi dişiydi. Hepsi de hamile olan dişi tilkilerin ortalama üç ile beş adet arası yavru getirmiş olmaları halinde neredeyse yüze yakın yeni tilki yavrusu ediyordu. Yani sözün kısası; o meşhur Shoreditch Park Toplantıları’na katılacak olan o tilki dostlarımızın sayısı artık bundan böyle üçe katlanmış oluyordu.

Bir yanda o yeni doğan yavrularla birlikte o güzelim Shoreditch Park daha da bir güzelleşecekti ve daha da bir renklenip cıvıl cıvıl olacaktı, bir diğer yandan ise o meşhur Shoreditch Park Toplantıları artık daha da bir dolu dolu geçecek ve artık daha da bir anlam kazanacaktı. Oysa ki o yalnızlıklarla dolu yaşam yorgunu adam, ne kadar da çok istemişti kendi çocuklarının olmasını ve onlardan doğacak olan o torunlarının, o evin içinde öylece koşup oynamalarını. Ve hatta bazen o çok değer verdiği antikalarını bile kırıp dökmelerini bile tebessümle karşılayacağına dair kendi kendisine söz vermişti. Şöyle sarı sarı saçları olan ve mavi mavi gözleri olan bir kız çocuğunun sürekli bir şekilde kendisine soru sormasını ne kadar da çok arzulamıştı. Ve o kız çocuğuna bazen masal anlatmayı ve bazen de ona şuan üzerinde yaşadığımız bu dünya, bu evren hakkında çeşitli bilgiler vermeyi ne güzel de arzu etmişti. Ve bu durum zamanla öylesine dayanılmaz bir hal halmıştı ki o yalnızlıklarla dolu adam sokakta gördüğü her kız çocuğu sevip okşamak ve onlara en güzel hediyeleri almayı adeta bir istem haline getirmişti. Ama olmuyordu işte; kimi zaman o toplumsal kurallar, kimi zaman da o kız çocuklarının annelerinin vereceği o tepki bütün bunları yapmasına engel oluyordu. Ve bütün bunlardan dolayı da daha doğru dürüst bir kız çocuğu sevip, okşayamamıştı. Belki o yalnızlık dolu adamın, o ruh halini gören o gizemli güçler de; onun o dayanılmaz yalnızlıklarına bir son vermek için onun karşısına o konuşan tilkiyi çıkarmışlardı ve ona o sonsuz mutluluğu hediye etmişlerdi.

Daha düne kadar bir torununun olmasını öylesine arzu eden o yaşam yorgunu adamın, artık birçok torunu olmuştu. Çünkü o, o Shoreditch Parkı adeta mesken edinmiş olan bütün o tilkilerin babası gibi olduğuna göre onlardan doğan o yavruların da bir anlamda dedesi sayılırdı. Ve her zaman kırgın olduğu o yaşam, ona hem de ellinci yaşına bastığı o günlerde en güzel hediyesini vermişti ve onu dedelik makamına yükseltmişti. Artık bütün bildiklerini o güzelim tilki yavrularına anlatacak ve onlardan gelen o sorulara elinden geldiğince cevap vermeye çalışacaktı. Ve artık onlara tüm sevgilerini verecek ve en güzel masallarını, hikayelerini veya öykülerini en tatlı bir şekilde onlara anlatmaya çalışacaktı.

Böylesine güzel ve böylesine anlamlı düşünceler içerisinde Shoreditch Park’a giden bizim Veysel Baba ile o sevgili dostu Sessiz Ayağın; doğumdan sonraki o ilk karşılaşmaları gerçekten de çok duyguluydu ve çok heyecan vericiydi. İki sevgili dost uzunca bir süredir bir araya hiç gelmemişlerdi. Toplam beş adet yeni yavru dünyaya getiren Sessiz Ayak çok mutluydu ve bir o kadar da gurur doluydu. Neden olmasındı ki; o adeta bir doğurganlık kraliçesiydi ve neredeyse iki yüzyıla varan o uzun yaşamı boyunca da yüzlerce tilki yavrusu dünyaya getirmişti. Sessiz Ayağın o mutlu halini gören Veysel Baba önce o sevgili dostunu kutladı ve yeni doğan o güzelim yavruların isim babası olmak istediğini ona söyledi. Veysel Baba’nın kendisini kutlamasına çok sevinen Sessiz Ayak ise; şimdilik her şeyin yolunda olduğunu ve isim konusunda da fazla aceleci olunmaması gerektiğini o sevgili dostu Veysel Baba’ya söyledi. Çünkü o yeni doğan yavrular daha henüz birkaç günlüktüler ve daha henüz gözleri açılmamıştı. Ve ayrıca onlara verilecek olan o isimler konusunda da; o büyük kral Parapanu’ya hem danışması gerekiyordu, ve hem de ondan izin alması gerekiyordu. Çünkü o Kutsal Sandığa dair bir takım sırları açıkladığı için her an o Büyük Tilki Konseyi karşısına çıkabilirdi ve oradaki o yargılama neticesinde de kendisine verilmiş olan o ölümsüzlük nişanı kendisinden alınarak, o yeni doğmuş olan yavrularından birine verilebilirdi. Böylesi bir olasılığı düşünerek çok dikkatli hareket edilmesi gerekiyordu.

Veysel Baba ile o çok sevgili dostu Sessiz Ayak; daha şimdiden o yeni doğmuş olan tilki yavrularına verilecek olan o isimler üzerinde fikir alışverişinde bulunurlarken diğer tilki dostlar da yavaş yavaş o alana gelmeye başladılar. Onların geldiğini gören Veysel Baba da, o tilki dostlarıyla bir güzel anlaşabilmek için ve onlarla konuşabilmek için; hemen sırt çantasındaki o tilki başına benzeyen o sihirli maskeyi çıkarıp yüzüne geçirdi. Ve daha sonra da doğum yapan diğer bütün tilki anneleri bir bir kutladı. Baba olan tilkilerin hepsi de o sırada yuvalarında kalıp, yeni doğan o yavrularına yardım ettikleri için; o gece, oraya gelememişlerdi. Çünkü erkek tilkiler kural gereği o yeni doğan yavrularının bakımında anneye yardım etmek zorundaydılar. Hala gözleri kapalı olan o yavruların bakımı gerçekten de çok zordu ve o zor görev de sadece anneye verilemezdi. Anne tilkinin o yeni doğan yavrularını çok iyi bir şekilde emzirebilmesi için de çok iyi beslenmeye ihtiyacı vardı. Ve geceleri dışarıya avlanmaya çıktığında da yuvada kalan o yavruları kontrol edecek bir başka tilkiye ihtiyaç vardı. Ve işte doğumdan sonraki o günlerde de, o görevi baba olan o tilkiler yerine getirmeye çalışıyordu.

O gece, o sevgili tilki dostlarının anlatımına göre; aileye seksen altı yeni üye daha katılmıştı. Veysel Baba, kendisini de o tilki ailesinin içine katarak hemen bir hesap yaptı ve yüz kırk kişiden oluşan çok büyük bir aile haline geldiklerini görünce de çok sevindi. Çünkü onca tilkiye hem ders vermek, hem onlarla vakit geçirmek ve hem de onlarla en güzel anları yaşamak tek kelimeyle harika bir şey olması gerekti. Ve hele o yeni doğan tilki yavrularının o ilginç olabilecek sorularına bir bir cevap vermek ve onlara bir Masalcı Dede olarak yeni yeni masallar anlatmak daha da muhteşem bir şey olsa gerekti. İşte gerçek sevgi bu olsa gerekti, gerçek mutluluk bu osla gerekti.

Veysel Baba, o yeni doğan tilki yavrularının kendisine Masalcı Dede diye seslenecekleri o günlerin hayaliyle o gece, oradan ayrıldı. Ve ertesi gün hemen Londra dışındaki o yeni kurdukları çiftlik eviyle temasa geçerek; hergün o çiftlik evinden en taze sütü, en organik sürü ve organik tavuk etini, hindi etini Londra’ya getirerek her gece o Shoreditch Park’ın çeşitli yerlerine koymuş olduğu o toprak kaplara bir güzel koymaya başladı. Ve bu sayede de gerek o anne tilkiler, gerekse de zamanının nbüyükçe bir bölümünü anneyle birlikte yuvada geçirmek zorunda kalan baba tilkiler bir güzel beslenmeye başladılar. Çok zorlu bir sürecin içinde olduğunu düşünen Veysel Baba için, bütün bunlar bir başka anlam ifade etmekteydi. Çünkü gerçek dostluk, gerçek arkadaşlık ve gerçek yardımlaşma ancak böylesi zor zamanlarda gösterilmeliydi. Eskilerin dediği gibi: Sabır arıdır, ama tatlı bir meyvesi vardır. Tanrı, insanı sabırla sınar ve sabrı olmayan bir insan için de bu dünya bir zindandır, bir cehennem yeri gibidir.

Kendisi açısından gerekli olan o sabrı, o metaneti ve o dayanışma ruhunu en iyi bir şekilde yerine getirmeye çalışan o iyi kalpli Veysel Baba için; artık o yorucu günler biraz olsun geride kalmış gibiydi. Yeni doğmuş olan bütün o tilki yavrularının artık gözleri açılmıştı ve artık kendi yuvalarından dışarı çıkıp oyun bile oynamaktaydılar. Nisan ayının ortaları gibiydi ve bizim o doğurganlık kraliçesi Sessiz Ayak büyük bir gururla daha henüz dört haftalık olan o sevimli yavrularını, o çok sevgili dostu Veysel Baba’yla tanıştırmak için o Shoreditch park’a getirdi. O andaki manzara gerçektende çok güzeldi ve görülmeye değerdi. Gecenin bir yrısında bütün bir şehir en derin uykusuna daha yeni dalmışken; orada, o sır dolu Shoreditch Park’ın bir yerinde en önde bizim o doğurganlık kraliçesi Sessiz Ayak ve hemen arkasında da henüz bir aylık olan o güzelim yavrularının o muhteşem yürüyüşü adeta bir masalı andırır gibiydi.böylesine güzel ve böylesine muhteşem bir manzarayı oradaki diğer bütün tilki dostlarıyla izlemekte olan Veysel Baba’nın mutluluktan olsa gerek o anda gözleri dolu dolu oldu.

O doğurganlık kraliçesi Sessiz Ayak, toplantı alanına gelir gelmez hemen yeni doğmuş olan o güzelim yavrularını oradaki herkese tanıttıç Sessiz Ayağın yeni doğmuş olan o sevimli yavruları hemen ısınıverdiler o Masalcı Dede’lerine. Sessiz Ayak, o yaşlı haliyle bile o büyük tilki ailesine iki prens ile üç adet te prenses kazandırarak; kutsal sayılabilecek bir görevi daha en iyi bir şekilde yerine getirmişti. Diğer bütün tilki anneleri adına, onun bu özverisi ve bu fedakarlığı her şeyin üzerindeydi ve her türlü övgüyü hak ediyordu. O gece Shoreditch Park’a gelenler, o doğurganlık kraliçesi Sessiz Ayağın o güzel yavrularını adeta bağırlarına bastılar.

Çok güzel bir tablonun yaşandığı o gecenin, bizim yalnızlıklar prensi Veysel Baba açısından ayrı bir önemi ve ayrı bir değeri vardı. Çünkü Sessiz Ayağın o yeni doğmuş olan o sevimlimi sevimli yavrularının isim babası olmak istiyordu. Ve o büyük kral Parapanu’dan bu izni alan Sessiz Ayak’ta, o sevgili dostu Veysel Baba’ya böylesine anlamlı bir görevi vermişti. Veysel Baba daha önceden belirlemiş olduğu o isimleri birer birer o yeni doğan tilki yavrularına verdi. Prenslere sırasıyla Lolan ve Nernak isimlerini verdikten sonra, güzelim prenseslere de Goze, Hengure, Savile isimlerini verdi. Ve bu isimleri verirken de doğmuş olduğu o küçük dağ köyünden etkilendiğini nde oradakilere söylemeyi unutmadı. Kendisi çocukları olmadığı için hiçbir zaman isim babası olamayan bizim Veysel Baba’nın, artık isim vermiş olduğu beş adet tilki yavrusu olmuştu. Ve artık bir anlamda onların dedesi sayılırdı.  Veysel Baba böylesine anlamlı bir onuru kendisine tattırdığı için, o sevgili dostu Sessiz Ayağa teşekkür etti.

O sırlarla ve gizemlerle örülü Shoreditch Park; o geceki, o muhteşem atmosferle birlikte yeniden canlanmış ve yeniden hayat bulmuştu. Veysel Babanın isteği üzerine diğer tilki yavrularıda oraya, o sır dolu parka getirildi. Onlarca sevimli tilki yavrusunun, kendi etrafını sardığını gören ve kendisinden birşeyler anlatmasını istediklerini farkeden bizim Veysel Baba; Lord Parapanu tarafından kendisine verilmiş olan o tilki benzeri sihirli maskeyi yeniden başına geçirdi ve artık Masalcı Dede olarak o sevimlimi sevimli tilki yavrularına ilk masalını anlatmaya başladı.

Yağmura Aşık Şehir:

“Bir varmış, bir yokmuş. Çok eski zamanların birinde yağmura aşık, yağmura sevdalı biryer varmış. O zamanlarda bu yağmura aşık yerde hiçbir insan yaşamıyormuş. Heryeri yemyeşil olan o yerde geyikler, tilkiler, sincasplar, kirpiler, tarla fareleri,ördekler, kazlar ve diğer bütün kuşlar çoık mutlu bir şekilde hep bir arada yaşayıp duruyorlarmış. Ve bu yağmuru bol olan yer öylesine güzel ve öylesine masalımsıymış ki; o yağmur yüklü bulutlar bu yerin üzerine geldiklerinde mutluluktan olsa gerek içinde biriktirdikleri bütün o yağmurları bir güzel o yerin üstüne boşaltıyorlarmış.

Böylesine güzel ve böylesine anlamlı bir alış-veriş; çok daha sonraları o masalımsı topraklarla, o yağmur yüklü bulutlar arasında ölümsüz bir aşkın doğmasına yol açmış. Ve bu ölümsüz aşk, çok daha sonradan her ikisi arasında vazgeçilmez bir tutkuya, bir alışkanlığa yol açmış. Ve artık o masalımsı topraklarla, o yağmur yüklü bulutlar birbirlerinden ayrı yaşayamaz olmuşlar. O aşkların meyvesi olan o güzelim yağmöurlar yağdıktan çok kısa bir süre içinde hemen toprağa karışarak ona yeni bir hayat veriyorlarmış.

O güzelim topraklarla, o yağmur yüklü bulutlar arasındaki o sevgi dolu ilişki veya bağlılık binlerce yıl bu şekilde devam etmiş. Fakat bir zaman sonra oraya, o masalımsı topraklara çok uzak diyarlardan bir kavim çıkagelmiş. Ve bu uzak diyarlardan gelen kavim hemen o cennet gibi olan yerin üstüne büyük bir şehir inşaa etmişler. Onların gelişiyle birliktede o güzelim topraklarda huzur adına hiçbirşey kalmamış. Gürültü içinde öylesine büyük ve öylesine devasa binaların inşaa edildiğini gören bütün o hayvanlar da bütün o canlılar da mecburen o bölgeyi terk etmişler.

Bu durumu görüp de fark edeno yağmur yüklü bulutlarla, o yeşil topraklar kendis aralarında gizlice bir anlaşma yapmışlar. Ve o anlaşmaya görede; o çok uzak diyarlardan gelen o askeri kavmi, o bölgeden kovmak için önce onlara susuzluk vermeye karar vermişler. Ve böylelikle de o yağmur yüklü bulutlar, o aşık olduğu topraklar üzerine geldiklerinde artık bundan böyle içinde biriktirdiği o güzelim yağmurları, o bereket veren yağmurları bir daha boşaltmadan oradan geçerek; aşağıdaki o kavme, o yabancı askerlere bol bol açlık ve bol bol kuraklık vererek onları o bölgeden def etmek istemişler.

O güzelim topraklarla, o yağmur yüklü bulutlar arasındaki bu gizli anlaşma yıllarca bu şekilde devam etmiş. Heryer susuzluktan kupkuru olmuş ve o yeşil topraklar, o bereketli topraklar birkaç sene içinde adeta bir çöle dönmüş. Daha önceleri hergün yağmur yağan o yere artık hiç yağmur yağmaz olmuş. Ve çok uzak diyarlardan gelip de o topraklara yerleşen o yabancı askerler ise bu durumu hiç anlayamamışlar. Açlıktan ve susuzluktan adeta perişan düşmüşler ve inşaa ettikleri o devasa yapılar da öylece yarım kalmış. Ve bu hiç istenmeyen durum karşısında öylesine çaresiz bir duruma düşen o yabancı kavim; en sonunda yenilgiyi kabullenerek geldikleri o topraklarına geri dönmüşler.

O yabancı kavmin, o bölgeyi terk etmesinden sonra; o yağmur yüklü bulutlarla, o güzelim topraklar yeniden birbirlerine kavuşmuşlar. Kendi aralarında büyük bir sabır göstererek o yabancı askerleri o bölgeden kovan o yağmur yüklü bulutlar ile o aşık olduğu topraklar artık çok ama çok mutluymuş. Yıllarca sabretmesini bilen o yağmur yüklü bulutlar artık o aşık olduğu o toprakların üzerine geldiğinde yeniden içinde biriktirdikleri o bereketli yağmurları oraya yağdırmaya başlamışlar. Ve çok kısa bir süre içinde de adeta çöle dönen o topraklar yeniden yeşile boyanmış. Her bir yanda adeta yaşam yeniden fışkırmaya başlamış. Rengarenk çiçekler, kelebekler dört bir yanı kaplamış. Böylesine güzel ve böylesine masalımsı tabloyu gören diğer hayvanlar da yavaş yavaşyeniden o nterk ettikleri o cennetimsi topraklara geri dönmüşler. İşte o yağmura aşık şehir ile o yağmur yüklü bulutların hikayesi budur. Ve bu hikayenin geçtiği yer de aslında burasıdır, yani şuan üzerinde yaşadığımız bu yağmuru bol şehirdi. Ve böylesine anlamlı bir hikayeyi siz sevgili tilki kardeşlerime anlatarak; hem sevgi hakkında, hem dayanışma hakkında, hem yardımlaşma hakkında, hem sabır gösterme hakkında ve hem de şuan üzerinde yaşamaya çalıştığımız bu yağmura aşık şehir hakkında sizi biraz olsun bilgilendirmek istedim. Haftaya daha güzel hikayelerde ve masallarda buluşmak üzere şimdilik hoşçakalın. Ben Masalcı Dede’niz olarak hep buradayım ve hep sizinleyim. Tüm sevgiler, tüm güzellikler hep sizin olsun.

Sırlar Açığa Çıkıyor -2

Uzun yıllardır içinde sakladığı bir sırrı o çok sevgili tilki dostlarıyla paylaşan Veysel Baba, artık biraz rahatlamış bir şekilde evine dönmüştü. Eğer o hazineye dair o sırrını bir insanla paylaşsaydı, belki de sonuçları çok farklı olurdu. Çünkü maddeye tapan bir insan için ve hırsına yenik düşen bir toplum için para her şeydi. Para temelli bir toplum yapısını oluşturanlar adeta onu ilahlaştırmışlardır. Ve tanrısal bir kimliğe bürünen para, daha sonra hakimiyetini ilan ederek; en büyük tapınılacak güç haline gelmiştir. Günümüz dünyasında en çok peşinden koşulan odur, en çok istenen odur, en çok arzulanan odur, en çok aranılan odur, en çok gündemi oluşturan odur, en çok hayatımıza giren odur, en çok bize yön veren odur,en çok bizi idare eden odur,en çok bizi kendisine esir eyleyen odur,en çok o sonu gelmez hayallerimizi süsleyen odur,en çok rüyalarımıza giren odur,en çok aşık olunan odur,en çok kavgalara sebep olan odur,en çok ayrılıklara sebep olan odur,en çok savaşlara sebep olan odur,en çok yıkımlara neden olan odur,en çok felaketlere yol açan odur,en çok ocaklar söndüren odur,en çok gözyaşına sebep olan odur,en çok acılara sebep olan odur,en çok dramlara sebep olan odur,en çok bize hata yapturan odur,en çok bize yanlış yaptıran odur,en çok bize günah işleten odur,en çok bizi yanlış yollara sürükleyen odur,en çok bizi doğru yoldan çıkaran odur,en çok bizi kişiliksizleştiren odur,en çokbizim kişiliğimizle oynayan odur,en çok bizi sıradan bir birey haline getiren odur,en çok bizi düşünemez bir birey haline getiren odur,en çok bizi sıradan bir varlığa dön üştüren odur,en çok bizi bir meta haline getiren odur,en çok bizi bir asalak haline getiren odur,en çok küresel ısınmaya sebep olan odur,en çok iklim değişikliğine sebep olan odur,en çok hayvan katliamlarına yol açan odur,en çok gezegenimizi kirleten odur,en çok o güzel geleceğimizle oynayan odur,en çok o güzel yarınlarımızı daha şimdiden kendisine esir eyleyen odur,en çok bize karamsarlık aşılayan odur,en çok umutlarımızı tüketen odur,en çok o sonu gelmez hayallerimizi ve düşlerimizi bir bir sona erdiren odur ve bize hayatı adeta zehir eden odur.

Gelinen bu enson aşama itibariyle yaşamın asıl merkezine parayı oturtmuş bir haldeyiz. Tek egemen güç olarak para, artık her açıdan bizim hayatımıza yön vermektedir. Böylesi bir toplum yapısında sevgiye yer yok gibidir. Adeta bir makine haline getirilmiş toplum yapısında zaten insanların sevgiye ayıracak vakitleri de pek yok gibidir. Rekabetçi bir toplum yapısını oluşturmaya çalışan o para babaları da, o kapitalist sistem de, o küresel güçler de veya o üst akıl da bizlere sen düşünme, biz senin yerine düşünürüz; sen kafa yorma, biz senin yerine kafa yorarız; sen aşık olma, biz senin yerine aşık oluruz, sen sevgi denilen o şeyin peşinden koşma, biz neyin peşinden koşacağını sana söyleriz; sen sadece çalış, üret ve sana denileni yap. Çünkü sen artık bir makinesin ve makine olduğunu sakın ola ki unutmayasın.

Bir yanda sevgiye değer veren bir toplum yapısı, bir diğer yanda ise sevgiyi dışlayan bir başka toplum yapısı. Bir yanda maneviyata değer veren bir toplum yapısı, bir diğer yanda ise maddeye değer veren bir toplum yapısı. Bir yanda düşünceye değer veren bir toplum yapısı, bir diğer yanda ise sadece üretmeye odaklanmış bir toplum yapısı. Bir yanda, bu dünyayı daha da bir güzelleştirmek için adeta çırpınan bir toplum yapısı, bir diğer yanda ise bu dünyayı adeta felakate sürüklemeye çalışan bir başka toplum yapısı veya makineleştirilmiş bir başka organizma türü.

İşte bütün bu olumsuzluklar adeta bir canavara dönüşen ve doymak nedir bilmeyen o kapitalist sistemin bir ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bizleri adeta bir meta haline getiren ve düşünemeyen bir takım bireylere dönüştüren o aç gözlü kapitalist sisteme daha ne kadar seyirci kalacağız? Bütün bir insanlığı felakete sürükleyen ve o güzel geleceğimizi daha bugünden kendisine esir eyleyen o canavara artık bir dur demenin zamanı gelmedi mi? Elbette geldi, ama harekete geçmek için bize ışık tutan, bize doğru yolu gösteren ve bize sevgiyi, merhameti, acımayı, paylaşmayı, yardımlaşmayı ve ortak paydalarda buluşmayı öğreten bir gönül eri lazım, bir yol eri lazım. Bakınız o gönüller sultanı Mawlana Jalaluddin-i Rumi ne diyor:

“Come,come whoever you are.

Wonderer, worshipper, lover of leaving.

It doesn’t matter,

Ours is not a caravan of despair.

Come, even if you have broken your vow a hundred times, thousand times,

Come, yet again, come, come.”

“Alemin bal şerbetinden bana ne!

İşte önümde benim ayran tasım,

Ne malım mülküm var benim ne azığım,

Ben gene de senin malın mülkün olsun diye çalışırım.

Senin başını sokacak bir yerin olsun diye,

Senin bir dikili ağacınım.

Ama hürriyeti kulluğa, taş çatlasa satmam.”

“Ayran tasım önümde oldukça, vallahi kimsenin balını düşünmem bile. Azıksızlık, ölümle kapımı çalsa bile, hürrüyeti kulluğa satmam ben!”

“Cömertlikte ve yardım etmede akarsu gibi ol.

Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.

Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol.

Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.

Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol.

Hoşgörülülükte deniz gibi ol.

Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”

O gün, o sırlarla ve gizemlerle örülü Shoreditch Park’ta buluştuğu o tilki dostlarına kendisine ait bir sırrı anlatan Veysel Baba; eve döndükten sonra bütün bunları düşündü. Ve eğer üzerinde yaşamaya çalıştığımız şu yorgun dünyanın güzel bir geleceği olacaksa; o zaman o güzel gelecekte, o umut dolu gelecekte benim de bir katkım, bir küçük dokunuşum olmalı düşüncesiyle bir şeyler yazmaya karar verdi. Ve o anda Prenses Batavine’nin o ikinci el pazarında kendisine vermiş olduğu o mürekkebi hiç tükenmeyen kalemi hatırladı. Prenses Batavine, o hiç tükenmeyen kalemi boşu boşuna kendisine vermiş olamazdı. Adam, şimdi her şeyi daha bir anlayıp, çözümlemeye başlamıştı. Gerek o sır dolu Shoreditch Park’ta yaşananlar, gerek o emanet para, gerek o konuşan tilki Harşiye, gerek Prenses Batavine, gerek Lord Parapanu, gerek diğer bütün tilki dostları ve gerekse de kargaya dönüştürülerek o gizemli parka bekçi kılınan o mayfavari tipli adamlar; mutlaka belli bir amaç doğrultusunda onun karşısına çıkarılmış olmalıydı. Aksi taktirde bu kadar ilginç olay, bu kadar mantık dışı olay bir biri ardı sıra gelipte onun kapısını çalmazdı. Ve öyle anlaşılıyorduki Prenses Batavine o hiç tükenmeyen kalemi kendisine vererek; son zamanlarda yaşadıklarını en güzel haliyle yazıya dökmesini istiyordu. O zaman o da, işin kuralına göree hareket ederek o gizemli güçler tarafından kendisine verilen o görevi en iyi bir şekilde yerine getirmeye çalışacaktı. Ve böylesine anlamlı bir çalışmada da işin asıl merkezine hem o sır dolu Shoreditch Park’ı, hem o parkı adeta mesken adeinen o konuşan tilki Harşiye’yi yani bizim Sessiz Ayağı ve hemde o Kutsal Sandığı koyacaktı. Fakat bu noktada Kutsal Sandığa dair hala birçok bilinmeyen vardı. Ve o anda bizim Veysel Baba söz konusu o sırları açığa çıkarma sırasının sSessiz Ayağa geldiğini hatırladı. Ve kendisine: “Şimdi sırları açığa çıkarma sırası Sessiz Ayağa geldi. Bende bu haftaki görüşmemizde ona, o Kutsal Sandık hakkındaki bildiklerini sorarım. İşte o zaman, o sırlarıda açığa çıkarma konusunda bir güzel ödeşmiş olacağız.” Diye düşündükten sonra, bir gece yarısı o sır dolu Shoreditch Park’ın yolunu tuttu.

Veysel Baba bütün bunları düşünüp, kendi kendisine bazı planlar yaparken, diğer bir yanda ise; sırları açığa çıkarma sırasının kendisine geldiğini çok iyi bilen Sessiz Ayak hafta sonu yapılacak o toplantıda hangi sırrını açıklayacağına dair bazı hesaplar yapıyordu. Çünkü onun birçok sırrı ve gizemi vardı. Ve içlerinde en önemliside o Kutsal Sandığa dair olanlardı. Ve Lord Paparanu, ona o Kutsal Sandığa dair sırlar konusunda uyarmıştı ve eğer Kutsal Sandığa dair o sırları bir insan oğluna anlatırsa ona verilmiş olan o ölümsüzlük nişanı da ondan geri alınarak bir başka tilkiye verilecekti. Ama olsundu; çünkü o nerdeyse iki yüzyıla varan o yaşamı boyunca artık çok yorulmuştu ve herkez gibi o da o ölüm şerbetinden tatmak istiyordu. Daha birkaç hafta önce Kutsal Sandığa dair bir takım bilinmeyenleri o sevgili ndostu Veysel Babayla paylaştıysada; söz konusu o bilgiler, o Büyük Tilki Konseyi tarafından pek tehlikeli bulunmamıştı. Fakat bu sefer o Büyük Tilki Konseyi tarafından belirlenmiş olan o sınırları aşmak istiyordu ve bu sayede de ölümü tatmak istiyordu.

Bu düşünceleri kafasında netleştiren Sessiz Ayak, o Kutsal Sandığa dair en bilinmedik sırları açığa çıkarmak için veya ortaya dökmek için; bir gece yarısı o da, o gizem dolu Shoreditch Park’ın yolunu tuttu. Bütün tilki kardeşleri oradaydı ve o sevgili dostu Veyse Baba’da o toplantı alanına ndaha yeni gelmekteydi. O soğuk Şubat gecesinde bütün tilki dostlar büyük bir merak içerisinde o sevgili öğretmenleri Veysel Baba’nın neler anlatacağını, ne tür bilgiler vereceğini merak ettiler. Veysel Baba, o gece o tilki dostlarına insanoğlundan kaynaklanan o küresel ısınma hakkında, o iklim değişikliği hakkında, o çevre kirliliği hakkında ve o hayvan neslinin tükenmesi hakkında bir takım önemli bilgiler verdi. Ve daha sonra da yanında getirmiş olduğu o organik tavukları bir güzel onlara ikram etti. O gece, o sır dolu parkta toplam elli iki adet tilki kardeş vardı ve hepside o iyi kalpli ğretmenleri Veysel Baba’yı çok seviyorlardı. Çünkü gerçek sevgiyi, gerçek şefkati, gerçek merhameti ve gerçek dostluğu o güzel insan Veysel Babada bulmuşlardı. Ve hiçbir insan da, o sevgi dolu Veysel Baba gibi onları sevip okşamamıştı.

Dersler verilmiş ve yemekler de bir güzel yenmişti. Bunu fırsat bilen bizim Veysel Baba da hemen devreye girerek o sevgili dostu Sessiz Ayaktan bir sırrını açığa dökmesini isteyince bizim Sessiz Ayakta daha önceden kararını vermiş olduğu o sırrını anlatmaya başladı ve şöyle dedi:

“ Buradaki birçok tilki kardeşim aslında benim ölümsüz bir tilki olduğumu pek bilmemektedirler. Benim neredeyse ikiyüz yaşında bir tilki olduğumu da çoğunuz hala bilmiyor. Ve ayrıca şuan burada bulunan siz bütün tilki kardeşlerim de; benim aslında kutsal bir sandığı korumakla görevlendirilmiş bir tilki olduğumu da pek bilmezsiniz. İşte bu gece burada, söz konusu o Kutsal Sandığa dair bütün bildiklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu çok önemli sırları hiç kimseye anlatmamam konusunda beni çok uyardılar. Fakat artık çok yoruldum veadına ölüm denilen o şeyi arar oldum. Belki bu sayede de o canım kadar sevdiğim annemede bir şekilde kavuşmuş olurum.

Sevgili Veysel Baba, sevgili tilki kardeşlerim! Biraz önce sözünü ettiğim o Kutsal Sandığa dair çok önemli gelişmeler oldu. Ve sevgili dostumuz Veysel Baba çok uzun yıllar önce o Kutsal Sandık’tan çalınan bir takım parçaları bulup geri getirdi. Veysel Baba’nın bir ikinci el pazarında bulupta geri getirdiği o değerli parçalar arasında Kutsal Sandığın çalınan o anahtarı ile beş adet de sihirli taş vardı. Kutsal Sandığı açma iznim olmadığı için, o sandığın içinde ne var tam olarak bilmiyorum. Zaten açmak istesem de o tek sığınağım olan, o St. John’s Hoxton Kilisesi’nin duvarları buna izin vermez. Çünkü Kutsal Sandık, o kilisenin inşaa edildiği sırada onun o kalın duvarlarının altına konularak adeta güvence altına alınmış.

Fakat her şeye rağmen yine de o Kutsal Sandığın içinde var olduğu söylenilen bir Kutsal Kase’den bahsedilmekte, bir sihirli asadan bahsedilmekte, bir Kıyamet Kılıcı’ndan bahsedilmekte, bir Sonsuzluk Hitabesi’nden bahsedilmekte, bir  ölümsüzlük iksirinden bahsedilmekte, bir kutsal kitaptan bahsedilmekte, Noah Peygamber’in gemisinden alınmış bir bakır Levhadan bahsedilmekte, Kıyamet Günü’ne dair otuz üç satırlık bir emirden bahsedilmekte ve İsa Peygamber’in su içtiği bir tastan bahsedilmekte. İşte şuan hala benim korumam altındaki o Kutsal Sandığın içinde var olduğu söylenen bu değerli emanetler hakkında bütün bildiklerim bunlardır.”

Dostu Sessiz Ayağın bu konuşmasını büyük bir dikkatle dinleyen Veysel Baba’nın aklına o ikinci el pazarında Prenses Batavina’nın kendisine vermiş olduğu o sihirli taşlar geldi ve hemen sordu:

“Öncelikle Kutsal Sandığa dair anlattıkların konusunda sana teşekkür ederim. Fakat bu noktada açıklamanı istediğim bir husus var o da şudur; çok iyi bildiğin gibi bir süre önce sana beş adet taş vermiştim. Eğer Kutsal Sandığın kapağı kapalıysa, o zaman sana vermiş olduğum o taşlar neye ait?”

“Sevgili dostum. O taşlar aslında Kutsal Sandığın dış yüzeyini süslemekte.”

“Yani Kutsal Sandığın dışında taşlar mı var diyorsun?”

“ Hemde birçok taş var.”

“O zaman bize o Kutsal Sandıktan bahset, onun dış yüzeyinden bahset. Ne bileyim onun şeklinden, şemalinden, boyutundan veya ebatından bahset.”

“Sevgili Veysel Baba, sevgili tilki kardeşlerim. Kutsal Sandığın dışına dair bütün bildiklerim şunlardır. Daha önce söylediğim gibi Kutsal Sandık; St. John’s Hoxton Kilisesi’nin temel taşları arasına yerleştirildiği için sadece ön ve arka yüzünü görebilmekteyim. Kutsal Sandığın cennette var olduğu söylenen bir kutsal ağaçtan yapıldığı söylenir. Sandığın uzunluğu 66cm olup, yüklekliği de 33cm dir.Kutsal Sandığın ön ve arka yüzünde çeşitli süslemeler vardır. Ve ayrıca Kutsal Sandığın ön yüzünde toplam elli iki adet sihirli taş vardır. Çok değişik renklere sahip o taşların bir başka gezegenden, bir başka galaksiden getirilerek o Kutsal Sandığın ön yüzüne yerleştirildiği söylenir. Çünkü her birisindeki renk çok farklıdır ve o renklere bu dünyada hiç rastlayamazsınız.

Taşların çok gizemli bir yapıları vardır. Hepsinin de ayrı bir işlevi, ayrı bir görevi vardır. Hepsine yüklenen o sır, o gizem ayrı ayrıdır. Hepsinin de ayrı bir anlamı ve ayrı bir ismi vardır. Ve o sihir dolu taşlara yüklenen asıl görevinde, o Kıyamet Günü’nde başlayacağı söylenmekte. Çünkü o gizem dolu sihirli taşlar aslında o Kıyamet Günü için üretilip, o Kutsal Sandığa konulmuşlardır. Ve kıyameti başlatacak olan o seçilmiş kişi de; o taşlardaki işaretlerden ve anlamlardan yola çıkarak yeni bir yaşama yön verebilecektir.”

Sessiz Ayağın, o Kutsal Sandığa dair bu son açıklamaları özellikle de o Kıyamet Günü’ne dair olan kısmı Veysel Baba’yı çok heyecanlandırmıştı. Çok eskiden beri sosyalist bir düşünceyi benimsemiş olan bir insan için, bir siyaset yorgunu adam için bu tür sözlerin veya bu tür dini terimlerin herhangi bir anlamının olmaması gerekirdi. Fakat yine de bu tür gizem dolu şeyleri konuşan bir tilkinin ağzından dinlemek çok heyecan vericiydi. Ve artık bu noktadan sonra özelliklede dine dair bazı düşüncelerini, bazı ön yargılarını veya bazı saplantılarını, bazı katı görüşlerini yeniden gözden geçirmesi gerekiyordu. Çünkü ortada var olduğu söleynen bir Kutsal Sandık vardı, o konuşan tilki de öylece karşısında durmaktaydı.

Veysel Baba son zamanlarda daha bir sıkça duydugu o Kıyamet Günü’ne dair, o Yeniden Diriliş Günü’ne dair, o Kıyamet Günü’nü erkene almaya dair ve o Kutsal Emanetlere dair o sözleri hatırladı. Ve bir takım kötü niyetli kişilerin o Kıyamet Günü’nü daha erkene alamabilmek için sahneye koydukları o karanlık senaryoları hatırlayınca, bu sefer o çok sevgili dostu Sessiz Ayağa bir başka soru sordu ve şöyle dedi:

“ Sevgili dostum; Kutsal Sandığa dair anlattıkların konusunda sana teşekkür ederim. Bizi kırmayıp da bütün o bilgileri bizimle paylaştığın için sana gerçekten teşekkür ederiz. Ama bu noktada ben biraz daha o sınırları zorlayarak sana şunu sormak istiyorum. Biraz önce sözünü etmiş olduğun o gizem dolu taşlar hakkında daha açıklayıcı bir bilgi verebilir misin? Örneğin o taşların anlamları konusunda, onlara yüklenen o görev konusunda veya o taşların isimleri konusunda bizi biraz daha bilgilendire bilir misin?”

“ Sevgili dostum Veysel Babayı kırmak istemem. Fakat bu konuda benim de bildiklerim sınırlıdır ve ayrıca bana bildirilen o sınırları daha fazla zorlamam da; benim geleceğim açısından çok ama çok tehlikeli sonuçlar da doğurabilir. Bütün bunlara rağmen o taşlar hakkında sadece şu bilgileri size verebilirim. Daha önce de söylediğim gibi Kutsal Sandığın ön yüzünde toplam 52 adet taş var. Ve bu sır dolu taşların içinde bir Kıyamet Taşı var, bir Yeniden Yaratılış Taşı var, bir Başlangıç Taşı var, bir Varoluş Taşı var, bir Sonsuzluk Taşı var, bir Yaşam Taşı var, bir Sihir Taşı var, bir Gizem Taşı var, bir Görünmezlik Taşı var, bir Frekans Taşı var, bir Rüzgar Taşı var, bir Akıl Taşı var, bir Beceri Taşı var, bir Mesaj Taşı var, bir Temas Taşı var, bir Ruh Taşı var, bir Hayal Taşı var, bir Rüya Taşı var, bir Evren Taşı var, bir Sonsuzluk Taşı var, bir Enerji Taşı var, bir Ölümsüzlük Taşı var, bir Arınma Taşı var, bir Doğruluk Taşı var, bir Dürüstlük Taşı var, bir Sevgi Taşı var, bir Mutluluk Taşı var, bir Birlik Taşı var, bir Söz Taşı var, bir Sis Taşı var, bir Yağmur Taşı var, bir Okyanus Taşı var, bir Peygamber Taşı var ve hatırladığım kadarıyla da bir Cennet Taşı var.”

“ Sevgili dostum, isimlerini söylediğin o taşlar arasında özellikle de o Kıyamet Taşı çok dikkatimi çekti. Söz konusu o Kıyamet Taşı’ndan biraz bahsedebilir misin? Örneğin o Kıyamet Taşı’nın üzerinde herhangi bir işaret veya herhangi bir yazı varmı?”

“ Kıyamet Taşı’nın üzerinde sadece bir takım çarpı işaretleri var ve bir adet v harfine benzeyen bir başka işaret de o çarpıların en sonunda yer almakta.”

O anda gerek o çarpıların ve gerekse de o v harfinnin Roma rakamları olabileceğini düşünen Veysel Baba; sözkonusu o işaretlerin belli bir tarihe vurgu yapmak için veya belli bir tarihi belirtmek için o Kıyamet Taşı’na konulmuş olabileceklerini düşündü. Ve sevgili dostu Sessiz Ayağın sözünü etmiş olduğu o Kıyamet Taşı’ndaki işaretlerin veya rakamların; bir çok dini kitapta da sık sık bahsedilen o Kıyamet Günü’nün asıl tarihini işaret ediyor düşüncesiyle hemen sordu:

“ Sevgili dostum, peki o çarpı işaretlerinin kaç adet olduğunu biliyor musun?”

“ Elbette biliyorum, fakat şu anda o çarpı işaretlerinin kaç adet oldukları konusunda daha fazla bilgi veremem; o Büyük Tilki Konseyi tarafından yasaklanmıştır. Zaten bu durum beni aşar ve benim açımdan bir çok olumsuz duruma da yol açabilir. Sen ve buradaki tilki kardeşlerimi çok ama çok seviyorum ve artık sizlerden ayrılmak istemiyorum.” şeklinde, duygusal içerikli bir cevap verince oradaki bütün tilki kardeşleri de hep bir ağızdan ona:

“Biz de seni çok seviyoruz” diye bağırdılar ve sevgisini ona gösterdiler.  Gerek Veysel Baba’nın, gerekse de tilki kardeşlerinin o sevgi dolu sözleri üzerine çok duygulanan Sessiz Ayak artık en sona bıraktığı o sürprizini açıklamaya karar verdi ve şöyle dedi:

“ Sevgili dostlar, aslında ben bu gece buraya sözkonusu o Kutsal Sandığa dair tüm bildiklerimi açıklamaya ve o ölümü tatmaya gelmiştim. Fakat yolda gelirken hamile olduğumu farkettim. Ve birkaç haftalık hamile olduğumu farkedince de şimdilik o ölümü daha ileri bir tarihe ertelemeye karar verdim. Çünkü yeniden anne olacağım ve yeni doğacak olan o yavrularımı da büyütmek için en azından bir senelik bir zaman dilimine ihtiyacım olacak. Ve o tarih geldiğinde de kimbilir, belki de o Kıyamet Taşı’nın üzerindeki o çarpı işaretlerinin kaç adet olduklarını da sevgili dostum Veysel Baba’ya söyleyebilirim. Bu konuda şimdilik sizden biraz anlayış bekliyorum.”

Sessiz Ayağın bu müjdeli haberi üzerine, orada bulunan herkes çok sevindi ve o çok sevgili dostları Sessiz Ayağı daha fazla zorlamak istemediler. Ve bu müjdeli haber üzerine, orada bulunan diğer dişi tilkiler de hamile olduklarını söyleyince; orada, o Shoreditch Park’ın orta yerinde bir mutluluk rüzgarı esti ve her bir yanı sevinç kapladı. Çünkü bütün dişi tilki kardeşler hamileydi ve bir kaç hafta sonra da o meşhur Shoreditch Park Toplantıları’na yeni tilki kardeşler katılacaktı ve bizim o iyi kalpli Veysel Baba da böylelikle dedelik rütbesine yükselecekti. Böylesi bir düşünce o yaşam yorgunu Veysel Baba’yı çok mutlu etti. Çünkü ders verdiği o toplantılar artık daha da bir şenlenecekti ve o yeni dünyaya gelen tilki kardeşlerle birlikte o toplantılar daha da bir cıvıl cıvıl olacaktı.

O gece, o sır dolu Shoreditch Park’ta mutlulukların en güzeli yaşandı ve sevinçlerin en güzeli paylaşıldı. O gece, o gizem dolu Shoreditch Park’ta bir araya gelen bütün tilki dostlar; gerek sevgiyi paylaşmanın, gerek dostluğu paylaşmanın ve gerekse de birtakım sırları paylaşmanın ne kadar da güzel bir şey olduğunu artık daha da bir anlamışlardı. Ve o güzelim Shoreditch Park da bütün bunlara zemin hazırladığı için ve ev sahipliği yaptığı için artık daha da bir mutluydu. Artık hava aydınlanmak üzereydi ve artık bir toplantının daha sonuna gelmişlerdi. Hamile olan Sessiz Ayak ile diğer bütün dişi tilkiler; birkaç haftalığına o toplantılara gelemeyeceklerini söyleyince bizim Veysel Baba da söz konusu o toplantıları birkaç haftalığına erteledi. Ve bütün bir şehir yeni bir güne daha merhab a derken; o güzelim tilki dostlar yeni yavrularını dünyaya getirmek için kendi yuvalarına geri döndüler. Ve bizim Veysel Baba da yeni birşeyler yazmak için kendi evine döndü. Ve böylelikle o güzelim Shoreditch Park’ta bir sır daha bu şekilde açığa çıkmış oluyordu. Ve bu sayede de o Shoreditch Park; içinde saklamış olduğu o sırlarına yeni birtakım sırlar daha ekliyordu...