Veysel Baba ile Prenses Batavine

Prenses Batavine:

O, yeryüzündeki bütün tilkilerin ana tanrıçasıdır.

O, yeryüzündeki bütün tilkilerin tanrısı Parapanu’ya es olandır.

O, en şefkatli olandır.

O, en merhametli olandır.

O, en yardımsever olandır.

O, en gizemli olandır.

O, en güzel olandır.

O, adeta bir güzellik sembolüdür.

O, adeta bir doğurganlık sembolüdür.

O, adeta bir varlık sembolüdür.

O, adeta bir bereket sembolüdür.

O, adeta bir sevgi sembolüdür.

O, adeta bir ruhaniyet sembolüdür.

O, bütün ana tanrıçalar içinde en seçkin olandır.

O, bütün ana tanrıçalar içinde en bilgili olandır.

O, bütün ana tanrıçalar içinde en duygusal olandır.

O, bütün ana tanrıçalar içinde en bilinmez olandır.

O, bütün ana tanrıçalar içinde en sırla donatılandır.

O, bütün ana tanrıçalar içinde en çok aşık olunandır.

O, bütün ana tanrıçalar içinde en çok rüyalara girendir.

O, bütün ana tanrıçalar içinde en çok düşlere girendir.

O, bütün ana tanrıçalar içinde en çok hayallere girendir.

O, her an yanıbaşımızda olandı.

O, her köşebaşında karşımıza çıkandı.

O, bazen bize bir antikacı olarak görünendi.

O, bazen bize bir masal kahramanı olarak görünendi.

O, bazen bize bir hayal kahramanı olarak görünendi.

O, bazen bize bir kraliçe şeklinde görünendi.

O, bazen bize bir prenses şeklinde görünendi.

O, bazen bize bir insan şeklinde görünendi.

O, bazen bize aşkı anlatandı.

O, bazen bize sevgiyi anlatandı.

O, bazen bize sadakati öğretendi.

O, bazen bize yaşamayı öğretendi.

O, bazen bize yaşamın sırlarını öğretendi.

O, bazen bize hayal kurmayı öğretendi.

O, bazen bize dost olmayı ve dost kalmayı öğretendi.

O, bazen bize yeni kapılar aralayandı.

O, bazen bize unuttuğumuz o değerleri yeniden hatırlatandı.

O, adeta bize bir armağan gibi sunulandı.

O, adeta bize sonsuz bir huzur verendi.

O, adeta bize mutlulukların en güzelini verendi.

O, adeta bize yeni heyecanlar verendi.

O, bazen bir kuşun kanadında umuda dönüşendi.

O, bazen bir kelebeğin kanadında sevgiye dönüşendi.

O, bazen bir çiçeğin yaprağında aşka dönüşendi.

O, bazen bir sonbahar yaprağı gibi öylece savrulandı.

O, bazen bizim o kırık kalplerimizi onarandı.

O, bazen bizim o duygularımıza tercüman olandı.

O, bazen bizim o  ayrılıklarımıza son verendi.

O, bazen bizim o  gözyaşlarımızı dindirendi.

O, sanki bir masaldan öylece çıkıp gelivermişti.

Ve o, sanki bir varmış bir yokmuş gibi bir şeydi.

Ve o, sözkonusu bu hikayelere bir yerden giriş yapıp; bizim o yalnızlıklar adamı Veysel Baba’nın o sıradanlaşmış yaşamında yeni bir sayfa açandır.

Bir yalnızlık çemberi içinde kendisine bir çıkış yolu arayan Veysel Baba; o olaydan sonra ilk önce bir manevi arınma süreci içine girdi ve kndisini eve kapatıp adeta inzivaya çekildi. Artık o içi boş yaşam şeklinden biran önce kurtulması gerekiyordu. Ve yeni bir yaşama yelken açabilmesi içinde olaya daha farklı bir gözle bakması gerekiyordu. Çünkü onun, geçmişte kalan o yaşamında gerek insana dair, gerek onun o ikiyüzlülüğüne dair, gerek onun o çıkarcı, o menfaatçi yönüne dair, gerek onun ihanetlerine dair ve gereksede onun inşaa etmeye çalıştıgı o suç imparatorluğuna dair, o günah imparatorluğuna dair çok karanlık noktalar vardı. Ve işte bütün bunlardan dolayıdırki o yaşam yorgunu adam; bundan sonraki yaşamında insana dair bir birlikteliğe, insana dair bir ilişkiye veya dostluğa pek yer vermek istemiyordu. Çünkü o artık hem yorgundu, hem yaşlanmıştı ve hemde insana dair o ilişkilerin içinde bir takım yeni ihanetlerle, yeni terkedilmişliklerle ve yeni hayal kırıklıklarıyla karşılaşmak istemiyordu. Çünkü onun o yorgun bedeni artık böylesi yeni darbeleri kaldıramazdı. Adam bu düşünceler içinde daha birkaç gün önce yaşamını kurtaran o meçhul tilkiyle tanışabilmek için ve onunla arkadaş olabilmek için; bir gece yarısı o sırlarla ve gizemlerle örülü o Shoreditch Parlk’ın yolunu tuttu. Uzun uzun yakardı, yalvardı, onunla tanışmayı istediğini dile getirdi ve yanında götürdüğü o yiyecekleri ona sunmak istedi. Ve bu durumu farkeden o iyi kalpli tili de daha fazla dayanamayıp Lordu Parapanu’dan o adamla konuşabilmesi için izin istedi. Ve bazı kuralları çiğnememesi karşılığında Lordu Parapanu’dan izin alan o konuşan tilki Harşiye’de hemen parka geri dönerek o adamla tanışmış ve onunla sevgiye dayalı, saygıya dayalı bir dostluğun ilk temellerini atmıştı.

O gece çok mutlu bir şekilde eve dönen Veyse baba’da hemen bir sonraki görüşmenin o planları üzerine kafa yormaya başlamıştı. İlk önce o yeni dostuna vereceği isim üzerinde bir çalışma yaptı ve onun o sessiz yürüyüşünü anımsatsın diye ona artık bundan böyle Sessiz Ayak demeyi uygun gördü. Sonra ona soracağı bir takım soruları belirledi. Ve en sonunda da o sevgili dostuna sunacağı o yiyecek listesi üzerinde ve o yemek menüsü üzerinde çok detaylı bir çalışma yaptı. Ve hemen en yakındaki bir et marketine giderek oradan tavuk gibi, hindi gibi, ördek gibi ve kaz gibi birşeyler satın aldı. Artık alış-veriş sorununu çözmüştü ve haftada bir kez çok erken bir saatte kalkarak burayda, bu et marketine gelerek hem ucuz alış-veriş yapacaktı ve hemde sağlıklı bir alış-veriş yapacaktı.

Böylesine sorumluluk gerektiren bir sorunu daha en iyi bir şekilde çözdüğünü düşünen Veysel Baba; bu seferde her hafta yaptığı gibi o ikinci el pazarının yolunu tuttu. Çünkü o bir antika meraklısıydı ve o ikinci el pazarlarını, o antika sergilerini gezmeyi çok seviyordu. Bazen o pazarlarda antika sayılabilecek bir takım objeler, parçalar, eşyalar ve kitaplar, resimler bulabiliyordu. Ve ayrıca o pazarlarda tıpkı kendisi gibi antika meraklısı insanlarla hem tanışma fırsatı bulabiliyordu ve hemde onlarla yapmış olduğu o sohbetlerde özelliklede antika gibi konularda çok yeni bilgilerde edinebiliyordu. Gerçi onun bu antika merakı, ona ekonomik yönden çok pahalıya mal olmuştu ve bir zamanlar resim yaparak kazandığı o paralarıda yine bu ikinci el pazarlarında harcamasına neden olmuştu. Fakat onun bu antika merakı herşeyin üstündeydi ve vazgeçilmez bir alışkanlıktı.

Ve o antika meraklısı adam her hafta yaptığı gibi yine o gün de, o ikinci el pazarının yolunu tuttu. Yeni bir takım heyecanlar yaşamak için antika pazarının yolunu tutan o adamı, yani bizim Veysel Baba’yı aslında bu sefer çok büyük bir süpriz beklemekteydi. Ve bu büyük süprizden habersiz bir şekilde antika pazarının yolunu tutan Veysel Baba; orada bir tezgahın başında öylece oturan ve elinde tutmuş olduğu o kitabı öylece okuyan o güzel kızı gördüğünde, o masalımsı prensesi gördüğünde çok heyecanlandı. Ve o heyecan içerisinde ne yapacağını şaşırdı, nasıl hareket edeceğini şaşırdı. Adeta eli ayağına dolaşmış bir şekilde o pazarın orta yerinde öylece donakaldı. Gerek aşka, gereksede aşık olmaya tövbeli olan ve gönül kapısını çoktandır herkese kapatmış olan o aşk yorgunu adam, o gönül yorgunu adam; çoktandır böylesine bir duyguyu hiç yaşamamıştı.

Gönül kapısını çok uzun yıllar öncesinde kapatarak ve bir daha aşık olmamaya dair kendisine bir söz veren o adama da ne olmuştu böyle? Ve bu kararını yerine getirebilmek içinde halen yaşamakta olduğu o evin bütün duvarlarını ve hatta tavanlarını bir masumiyet abidesine dönüştürmemişmiydi? Ve evin dört bir yanını o Meryem Ana’nın resimleriyle, o azizlerin resimleriyle ve o kutsal bakirelerle donatmamışmıydı? Ve artık o kutsal evde ve de o kutsal bakirelerin bakışları altında yeni bir takım gönül ilişkilerine veya gönül oyunlarına girmeyeceğine dair kendi kendine söz vermemişmiydi? O halde bugün, burada; bu ikinci el pazarının tam da orta yerinde içine düşmüş olduğu bu çaresizlikte neyin nesiydi? Ve bu heyecanı çok yüksek ruh halide acaba neydi? Ve neydi, onu şuradaki o tezgahın başında öylece oturmakta olan o genç kıza çeken şey, o masalımsı prensese çeken şey?

Sorular, sorular, sorular. Adam sanki o anda manyetik bir çekim alanının içine girmiş gibiydi. Artık mantığına hükmedemiyordu ve o anki duyguları sanki herşeyin önüne geçmiş gibiydi. Ve böylesi anlarda her zaman ikilem içine düştüğü o zamanlarda veya karar aşamalarında yapmış olduğu gibi; yeniden o gönüller sultanı Mawlana Jalaluddin-i Rumi’ye sığınma ihtiyacı duydu ve onun o aşka dair sözlerinden kendisi için bir çıkış yolu aradı. Çünkü aşkı en iyi yorumlayan ve en iyi anlatan O’dur. Ve o, aşk konusunda derki:

“Aşk öyle bir saltanat ki, vakti yoktur.”

“Aşık ol aşık, aşkı seç ki sen de seçilmiş olasın.”

“Aşk, ilahi sırrı keşfeden bir alettir.”

“Aşk, hiçbir afetten öğüt almaz.”

“Aşk, saygıya sığmaz, ölçüye gelmez sevgidir.”

“Aşk, altın değildir, saklanamaz. Çünkü aşığın bütün sırları meydandadır.”

“Aşk, davaya benzer, cefa çekmek de şahide.Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki.”

“Aşık altına benzer, bela ateşe; halis altın ateş içinde ne de hoştur.”

“Yüz kişinin içinde aşık, gökteki yıldızlar arasında parıldayan ay gibi belli olur.”

“Aşkın yedi şehrini geçtikten sonra, hala ilk caddenin ilk sokağındaydık.”

“Aşk anlatılmaz, sadece yaşanır.”

“Halife, Leyla’ya dedi ki: “O sen misin ki Macnun sana tutularak perişan oldu ve kendini kaybetti? Oysaki sen diğer güzellerden daha güzel değilsin ki!” Leyla bu incitici soru karşısında hiddetlenerek: “Sus, çünkü sen Macnun değilsin ki!” diye cevap verdi.”

Veysel Baba, böylesine ikilem içinde kaldığı durumlarda adeta kendisine rehber edinmiş olduğu o gönüller sultanı Hz. Mawlana’nın aşk üzerine söylemiş olduğu o güzel sözleri yeniden hatırına getirdikten sonra kararını verdi ve orada o tezgahın başında öylece oturan o genç bayana doğru yürüdü. Artık her ne pahasına olursa olsun o genç bayanla mutlaka tanışmalıydı ve onun o küçük tezgahından birşeyler satın almalıydı. Adam, ilk önce o genç bayanı şöyle göz ucuyla biraz süzdükten sonra, tezgahın üstünde duran çok ilginç parçalarla ilgilenmeye başladı.

Veysel Baba’nın büyük bir dikkatle incelemeye çalıştığı o küçüjk tezgahta daha önceden hiç görmediği bir takım objeler, antikalar ve taşlar vardı. Özellikle de taşlarİ hem çok ilginçti, hem renkleri çok tuhaftı, hem çok gizemli bir çekicilikleri vardı ve hemde sanki bu dünyaya ait değillermiş gibiydiler. Adam, resim yapmayı çok sevdiği halde ve renkleri çok iyi tanıdığı halde yinede bu taşlardaki renkleri daha önce hiç görmemişti. Adam, o şaşkınlık içinde tezgahın üstünde duran o ilginç görünümlü taşlardan birini eline aldı ve biraz inceledikten sonra da o genç bayana: “Bu taşlardaki renkler çok değişik, çok ilginç. Sanki bu dünyaya ait değillermiş gibiler ve sanki başka bir gezegenden veya başka bir galaksiden buraya gelmiş gibiler. Çok gizemli bir yapıları var ve insanı öylece içine çekip adeta kendine esir eyleyen büyülü bir halleri var. Lütfen bu taşların ne olduğunu, neye yaradıklarını veya bu taşlardaki sırrı bana söyleyebilir misiniz?” diye sorunca, o genç bayanda: “Evet, bu taşlar gerçektende bir takım sırları ve gizemleri içinde barındıran çok sihirli taşlardır. Ve bu taşlardaki renklerde başka bir galaksiye aittir. Ve ayrıca bu taşların her birinin ayrı bir anlamı ve ayrı bir özelliği vardır” şeklinde bir cevap verince, Veysel Baba daha bir meraklandı ve: “Ne gibi?” diye sorunca, o genç bayanda: “Bu taşların; aslında hala var olduğuna inanılan o Kutsal Sandığa ait olduğu söylenir. Ve bu taşların çok uzun yıllar önce o Kutsal Sandık’tan çalınarak karanlık bir mağaranın en derin bir yerinde öylece saklandıkları söylenir. Ve artık bu taşların söz konusu o Kutsal Sandığa geri dönmelerinin vakti gelmiştir” şeklinde bir cevap verdi.

Böylesi bir cevap karşısında Veysel Baba’nın aklı dahada bir karıştı ve karşısında duran o genç bayanın; gerek önündeki o tezgahın üstünde öylece duran o ilginç taşlara ait sözlerinden, gereksede onların geri dönecekleri o Kutsal Sandığa dair sözlerinden sonra merakı daha da bir arttı ve: “Biraz önce bir Kutsal Sandık’tan bahsettiniz ve bu taşların artık o Kutsal Sandığa geri dönmelerinin vaktinin geldiğinden bahsettiniz. Peki bu nasıl olacak ve benim bu işteki görevim ne olacak? Ve ayrıca siz kimsiniz? Bu antika pazarında ne işiniz var? Çünkü daha önce sizi hiç burada görmemiştim. Sanki bir başka dünyadan gelmiş gibisiniz ve sanki yarım kalmış bir işi tamamlamak için buraya gönderilmiş gibisiniz. Ve sanki bir masalın içinden öylece çıkıp buraya, bu ikinci el pazarının tamda ortasına öylece düşmüş gibisiniz. Ve sanki üzerinizde binlerce yılın o sırları, o gizemleri ve o bilinmezleri var gibi” diye birkaç soruyu ardı ardına sıralayıp sordu.

Böylesine etkileyici ve böylesine içten sorular karşısında çok mutlu olan o genç bayan bu sefer daha gizemli bir ses tonuyla şöyle bir cevap verdi: “Öncelikle bana bir söz vermeni istiyorum ve biraz sonra anlatacaklarım sadece ikimizin arasında kalmalı. Çünkü bunlar çok önemli bilgiler ve bütün bir geleceği ilgilendiren bilgiler” deyip, Veysel Baba’dan bir söz aldıktan sonra konuşmasına devam etti ve ona, gizli kalması koşuluyla şu bilgileri verdi: “ Benim adım Batavine’dir ve ben bütün tilkilerin koruyucu lordu olan o büyük kral Parapanu’nun eşiyim. Yani aslında bir tilkiyim ve yarım kalmış bir görevi tamamlamak için insan şekline bürünerek bugün buraya, bu Pazar yerine geldim. Gerek eşim Parapanu, gerek ben ve gereksede o Büyük Tilki Konseyi olarak szin varlığınızdan haberdarız ve o gün, o parkta yaşadıklarınızı da çok iyi bilmekteyiz. Ne kadar yalnız olduğunuzu, ne kadar acılara maruz kaldığınızı, ne kadar insanlar tarafından dışlandığınızı, ne kadar umutsuzluğa itildiğinizi ve ne kadar gözyaşı döktüğünüzü de çok iyi bilmekteyiz.

Sevgili Veysel Baba! Çok iyi bir insansınız ve çok iyi bir kalbe sahipsiniz. Ve o gün, o parktaki kaykırışınız, isyanınız vede o ölüm çığlığınız üzerine; sizi yeniden hayata geri döndürmesi için o sevgili dostumuz Harşiye’yi devreye soktuk. Ve bu sayede de sizi yeniden hayata bağlayarak, bir başka dünyanın kapısını ardına kadar size açtık. Madem insanlardan yoruldunuz ve onların dünyasına elveda dediniz; o zaman biz de kendi tilki dünyamızı ardına kadar sana açıyoruz.

Sevgili Veysel Baba! Öncelikle bugün buraya niçin geldiğimi anlatayım. Aslında ben bugün hem sizinle tanışmak için ve hemde bu sır dolu kutsal taşları size vermek için geldim. Çünkü bu taşlar, şuan o konuşan tilki kardeşimiz Harşiye’nin koruması altındaki o Kutsal Sandığa aittir ve oraya geri konmaları gerekmektedir. San şimdi bu taşları al ve haftasonu Harşiye’yle yapacağın o görüşmede mutlaka ona ver. Ve şunuda unutmaki ben birkaç hafta daha buradayım ve seni bu antika pazarında bekleyeceğim. Çünkü o Kutsal Sandığa dair başka başka emanetleri de yerine konulması şartıyla sana teslim edeceğim. Şimdilik söyleyeceklerim bunlardır.”

Bu uzun konuşmadan sonra daha bir şaşıran Veysel Baba; elinde tutmuş olduğu birkaç sihirli taşla o ikinci el pazarının orta yerinde öylece kalakalmıştı. Çünkü biraz önce konuştuğu ve sohbet ettiği o genç kız veya Lord Parapanu’nun eşi olduğunu söyleyen o bütün tilkilerin ana kraliçesi Batavine bir anda öylece ortadan kaybolmuştu ve adeta sır olup öylece yok olmuştu. Sözde birkaç antika eşya satın alabilmek için o gün, o Pazar yerine gelen bizim antika meraklısı Veysel Baba; bu sefer hiç beklemediği bir süprizle daha karşılaşmış ve orada yeyüzündeki bütün tilkilerin ana tanrıçası olan o Prenses Batavine’yle tanışmıştı. Ve onunla gerek o tilkilerin dünyasına dair, gerekse de o Kutsal Sandığa dair bir takım sırları paylaştıktan sonrada bir güzel evine geri dönmüştü..