Veysel Baba ile Lord Parapanu

Lord Parapanu:

Yeryüzündeki bütün tilkilerin asıl koruyucusu odur.

Yeryüzündeki bütün tilkilerin asıl lordu odur.

Yeryüzündeki bütün tilkilerin asıl kralı odur.

Yeryüzündeki bütün tilkilerin asıl güç sahibi odur.

Yeryüzündeki bütün tilkilerin asıl yol göstereni odur.

Yeryüzündeki bütün tilkilerin asıl tanrısı odur.

Yeryüzündeki bütün tilkilerin asıl ışık kaynağı odur.

Yeryüzündeki bütün tilkilerin asıl yaşam kaynağı odur.

Yeryüzündeki bütün tilkilerin asıl can damarı odur.

Ona önce lordluk ve sonrada krallık bahşedilmiştir.

Tanrısallık ve koruyuculuk onun en güzel sıfatlarındandır.

O yol gösterir, yeryüzündeki bütün tilkilere.

O sevgisini sunar, yeryüzündeki bütün tilkilere.

Bütün tilkileri koruyup, gözeten yine odur.

Bütün tilkileri ovalara, kırlara salan yine odur.

Bütün tilkileri kurnazlıkla donatan yine odur.

Bütün tilkileri tatlı bir baş belası haline getiren yine odur.

Bütün tilkileri insanların başına musallat eden yine odur.

Bütün tilkilere avlanma tekniklerini öğreten yine odur.

Bütün tilkilerin masallara girmesi sağlayan yine odur.

Gecenin karanlığında o ışığını sunar, o yol gösterir.

Karanlıkları aydınlığa çevirende yine odur.

Onun sayesinde o güzelim tilkiler adeta bir kurnazlık sembolü olmuşlardır.

Onun sayesinde o güzelim tilkiler adeta bir masal kahramanına dönüşmüşlerdir.

Onun sayesinde o güzelim tilkiler bizim o masalımsı rüyalarımıza girmişlerdir.

Onun sayesinde o güzelim tilkiler bizim o renkli hayallerimizi süslemişlerdir.

Onun sayesinde o masalımsı tilkiler dünyanın dört bir tarafına dağılmışlardır.

Ve onun sayesinde o kurnaz dostlarımız, o akıllı dostlarımız; yeryüzünün bütün ovalarında, kırlarında, bayırlarında, düzlüklerinde, dağlarında, tepelerinde, ormanlarında, çalılıklarında, çöllerinde, kutuplarında, bozkırlarında, geniş savanalarında, otlaklarında, köylerinde, çiftliklerinde, kasabalarında, yol kenarlarında, parklarda, bahçelerde, şehir merkezlerinde ve hatta evlerimizin, okullarımızın, kiliselerimizin ve de o sosyal tesislerimizin hemen yanıbaşında adeta o sonsuz krallıklarını, o yenilmez krallıklarını bir güzel ilan etmişlerdir.

Karanlıkların asıl hakimi onlardır.

Issız gecelerin asıl sahibi de onlardır

Sessiz ayaklarıyla hemen karışıverirler gecenin karanlıklarına.

Küçük patileriyle adeta o ıssız gecelerle bir oluverirler.

Sessizlik, sanki onların asıl kimliği gibidir.

Sanki varla, yok gibidirler.

Gecenin o ürkütücü sessizliğini en iyi onlar bilir.

Karanlıkların o sonsuz derinliğini en iyi onlar bilir.

Doğanın o gizli sırlarını en iyi onlar bilir.

Doğanın dengesinş koruyup, gözeten onlardır.

Doğadaki o hayvan popülasyonunu önleyen de onlardır.

O ürkek bakışlarıyla her an beliriverirler o çalılıkların arasından.

O tedirgin bakışlarıylada birdenbire kayboluverirler.

O meraklı bakışlarıylada çevresini gözetleyip, tanımak isterler.

O güzel gözleriylede sanki bize birşeyler anlatmak isterler.

Onların o güzel bakışlarının ardında sanki bir mesaj gizlidir.

Sanki bize o sonsuz sevgilerini sunmak isterler.

Sanki bize o sırlarını, o gizemlerini anlatmak isterler.

Sanki bizi o bilinmezlere götürmek isterler.

Sanki bizimle dost olmak isterler.

Kurnazlıkta ve pratik zekada sınır tanımayan onlardır.

Her renkte ve güzellikte tüylere sahip olan da, yine onlardır.

En yumuşak ve en çekici tüylere sahip olan da, yine onlardır.

O upuzun kuyruklarıyla bize bir güzellik sunan da, yine onlardır.

O parlak tüyleriyle bize bir güzellik sunan da, yine onlardır.

O masallarımızın ve hikayelerimizin en aranılan kahramanı da, yine onlardır.

O rüyalarımızın ve o düşlerimizin en vazgeçilmezi de, yine onlardır.

En korunaklı kümeslerimizden bie o tavuklarımızı bir güzel midesine indirende, yine onlardır.

O ördeklerimizi, o kzlarımızı ve o hindilerimizi bir güzel midesine indirende, yine onlardır.

Ve bu sayede de bize bol bol uykusuzluk armağan eden de, yine onlardır.

Çiftliklerimizin etrafında öylece gezinip duran ve fırsat kollayanda, yine onlardır.

Ve yine bu sayede bize yaşamın o heyecan verici yüzünü gösteren de,yine onlardır.

Doğanın o acımasız kuralını bir güzel bize gösterende, yine onlardır.

Her masalın başında ve sonunda bize kuyruk sallayanda, yine onlardır.

Her hikayenin başında ve sonunda hep kazanan da,yine onlardır.

Ve bize resim yapma, hikaye yazma ruhu aşılayan da,yine onlardır.

Ve hatta yer altına gömdüğümüz ve daha sonra orada öylece unuttuğumuz o hazinelerin ve o sır dolu emanetlerin yerini bilen de,yine onlardır.

Ve biz insanlar, bütün bu güzelliklere ragmen yine de vurup öldürmüşüz onları.

Onlara hiç acımadan bir bir katletmişiz ve içimizdeki o kini, o nefreti sanki onlara göstermek istemişiz. Ve daha sonrada onların o güzelim kürklerinden çanta yapmışız, şpka yapmışız, boyun atkısı yapmışız, kürk mantolar yapmışız, yere sermişiz, duvara asmışız ve hatta içini doldurup tıpkı bir süs eşyası gibi evimizin en güzel yerine koyup,sergilemişiz.

Ve bazende hiç utanmadan, hiç sıkılmadan öldürmüş olduğumuz o güzelim tilkilerin sayısıyla övünmüşüz.Ve kendi özel zevklerimiz için veya bir takım kişisel hobilerimiz için av partileri düzenlemişiz ve hayatı adeta onlara zehir etmişiz.

Ve daha sonrada vurduğumuz tilki sayısınca kendimizi bir takım madalyalara veya ödüllere boğmuşuz. Ve biraz yaşlanıncada o vahşiliğimizi, o barbarlığımızı tıpkı bir kahramanlıkı destanı anlatır gibi o güzelim torunlarımıza anlatmışız. Ve sırf kendi kişisel çıkarlarımız için de; bu dünyada yaşanacak ne kadar yer varsa adeta o tilki dostlarıma dar etmişiz.

Onlara bir avuç sevgiyi çok görmüşüz ve onları bir türlü anlamak istememişiz. Ve onlarla dost olmaktan hep kaçınmışız; hep kolay olanı, basit olanı tercih etmişiz. Onlarında bir kalbinin olduğunu, bir dünyasının olduğunu bir türlü kabul etmeyiz veya kabul etmek işimize gelmez.

Onlarla sevgimizi paylaşmayı bir türlü beceremeyiz ve onlarla dost olmanın yollarını da bir türlü aramak istemeyiz. Onları hiç umursamayız ve sanki yokmuşlar gibi davranırız onlara. O soğuk kış günlerinde bir avuç yiyeceği bile çok görürüz onlara ve diğer bütün hayvanlara. Bir tas suyu kapının önüne koymaya bile üşeniriz. Çöplere attığımız o yiyecekleri götürüp bahçe kenarlarına, duvar diplerine veya parkların kuytuluk yerlerine bırakmayıda bir türlü beceremeyiz. Yani sözün kısası; hep kolay olanı, basit olanı tercih ederiz.

Ve bütün bunlar yetmiyormuş gibi; onları o gösterişli çiftliklerimizden, malikanelerimizden, şatolarımızdan, villalarımızdan ve de o köylerimizden, kasabalarımızdan, şehirlerimizden veya o kümeslerimizden uzak tutmak için her yolu deneriz. Kendi kendimize bir korku imparatorluğu yaratarak adeta sanal bir düşman taratırız.Ve o sanal düşmanı yok etmek için bir araya gelip bir takım planlar yaparız.Birkaç tavuğu, ördeği, kazı veya hindiyi kurtarmak için çeşitli tuzaklar, kapanlar hazırlarız.Ve daha sonrada öldürücü özelliği olan o zehirli yiyecekleri evlerimizin çevresindeki o ağaçların dallarına öylece asarız. Asarız ki; bir tilki gelsin o zehirli yiyeceği yesin ve hemen oracıkta ölsün. Bu da yetmezse o zaman en son çare olarak hep birlikte silahlanıp adeta bir intikam taburu gibi o güzelim tilkilerin peşine düşeriz.

Çünkü bu konuda ne yapacağımızı, nasıl davranacağımızı ve nasıl hareket edeceğimizi bir türlü öğretmemişlerdir o çok sevgili aile büyüklerimiz bize. Onlarında tıkpı bizim gibi sevgiye, dostluğa, ilgiye ve alakaya ihtiyaç duyabilecekleri anlatılmamıştır bizlere. Veya anlatılsada hep unutmayı yeğlemişiz, hep kulak ardı etmeyi yeğlemişiz. Ve onları o masalların içine hapsederek adeta onları o gerçek dünyadan, o gerçek yaşamdan hep uzak tutmak istemişiz. Çünkü gerçeklerle yüzleşmek istememişiz ve kendimizi sanal bir dünyanın içine öylece hapsederek o gerçeklerden hep kaçınmışız.

Adeta bir haykırıştır, bir isyandır, bir çığlıktır onların o yürek sızlaran ulumaları veya bağırışları. Ve adeta bir yakarış halini alır onların o gecelerin sessizliğinde karışan o tuhaf halleri. Ve o anda bizlerin o derin uykusunu bölerken sanki bizlere: “Ey insanlar! Beni de duyun, beni de farkedin.Sizler şuanda o korunaklı evlerinizde ve o sıcacık yataklarınızda bir güzel uyurken ve en tatlı rüyalarınızı görürken; biz bütün tilkiler ise şuanda bu soğuk kış gecesinde adeta soğuktan donmuş bir şekşlde ve aç susuz bir şekilde öylece yaşam mücadelesi vermekteyiz.

Ey iyi kalpli insanlar! Daha ne kadar bizi görmemezlikten geleceksiniz? Daha ne kadar bu çığlığımızı, bu isyanımızı duymamazlıktan geleceksiniz? Daha ne kadar bizlerin bu acısına, bu durumuna öylece seyirci kalacaksınız?” der gibidirler.

Fakat onların adeta o yürek sızlatan yakarışları veya haykırışları yinede her seferinde yanıtsız kalır. Ve öylece unutulup gider biz bütün insanların o duyarsız davranışlarının arasına. Ve o da biz bütün insanlara bahşedilen o şefkat gibi, o merhamet gibi, o acıma gibi, o yardımseverlik gibi ve o vicdan gibi insani vasıflarımızı da öylece unutuveririzç ve bu güzelim dünyayıda sadece biz insanlara ait olduğunu düşünürüz. Böyle düşününcede o bencilliğimiz, o çıkarcılığımız, o menfaatçiliğimiz ve o umursamaz tavırlarımız yavaş yavaş bizi esir almaya başlar.

Ve onlar bazen korkudan, bazen tedirginlikten, bazen endişeden ve bazen de açlıktan öylesine ürkek, öylesine sessiz bir şekilde süzülüp giderler gecenin o karanlıklarına doğru. Kötü kalpli bir insanı gördüklerinde, yaşam alanlarına bir saldırı olduğunda ve o korunaklı yuvalarını kaybettiklerinde bir korku, bir ürperti, bir telaş sarıverir onun tüm bedenini. Ve işte o anda bütün o endişelerine, korkularına ve tedirginliklerine bir son vermek için adeta ağlamaklı bir şekilde seslenir o tek güvencesi Lord Parapanu’ya. O iyi kalpli lordu Panapanu; bu dünyadaki bütün tilkilerin asıl sahibidir, asıl koruyucusudur ve asıl sığınağıdır.

Ve işte tamda bu noktada adıne Shoreditch Park Stories dediğimiz bu çok anlamlı çalışma veya bu mesaj yüklü çalışma; biz bütün insanların o guyarsızlıklarına, o umursamazlıklarına ve o vurdumduymazlıklarına biraz olsun bir son vermek için ve biraz olsun o güzelim değerleri, o insani değerleri yeniden hatırlatmak için kaleme alınmıştır. Ve yine bu hikayeler sayesinde o sevgi gibi, o dostluk gibi, o vefa gibi, o vicdan gibi, o saygı gibi, o yardımseverlik gibi, o paylaşım gibi, o duygu birlikteliği gibi, o kader birlikteliği gibi, o doğa sevgisi gibi, o hayvan sevgisi gibi ve o insan sevgisi gibi bir takım değerleri veta bir takım kavramları yeniden hayatımıza alabiliriz ve bu sayede de daha güzel bir gelecek inşa edebiliriz. Çünkü başka bir dünya yok ve adına zaman denilen o olguda biz bütün canlıların aleyhine işlemekte.

Ve bir gün, gecenin ilerlemiş bir saatinde yolunuz bir parka düşerse eğer ve oralarda bir yerlerde öylece bir başına gezinip duran bir tilkiyle karşılaşırsanız eğer; sakın ürkmeyin, sakın korkmayın ve sakın telaşa düşmeyin. Çünkü o tilki; bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba’nın hikayelerinde konu edindiği o iyi kalpli tilkilerden biri olabilir. Ve o anda size; o tilkiler dünyasına ait veya yeraltına gömdüğümüz ve oralarda öylece unuttuğumuz o hazinelere dair, o değerli emanetlere dair bir takım bilgiler verebilir. Ve böylelikle de sizlerde bir sırrın, bir gizemin veya bir bilmecenin çok güzel bir parçası olabilirsiniz. Ve bizim Veysel Baba’nın yaptığı gibi hemen kağıdı kalemi elinize alarak bir hikaye yazabilirsiniz.

Ve bizim o yalnızlıkların adamı Veysel Baba’ da almış olduğu o yeni kararlar doğrultusunda; gecenin bir yarısında evinden çıktı ve o sırlarla, gizemlerle örülü Shoreditch Park’ a doğru yürümeye başladı. Adam gecenin o karanlığında parkın içinde yürürken bir yandan çevresini süzüp, kontrol ederken; bir yandan da kendi kendisine konuşup duruyordu. Onun o sırada tek düşüncesi daha birkaç gün önce burada, bu parkın orta yerinde öylece hayattan vazgeçmişken ve öylece ölüm uykusuna yatmışken; bir anda ortaya çıkan ve bir anda kendisini o ölüm uykusundan kurtaran o meçhul tilkiyle, o iyi kalpli tilkiyle karşılaşabilmekti ve onunla tanışıp, ona sevgisini sunabilmekti. Çünkü ona bir can borcu vardı ve ona en güzel teşekkürlerini sunmak istiyordu.

Adam böylesi düşünceler içerisinde bir süre parkın içinde öylece dolaşıp durdu. Her bir yanı dikkatli bir şekilde kontrol etti, çalılıkların içine baktı ve biraz yoruluncada gidip oradaki bir bankın üstüne öylece oturdu. Gece bir hayli ilerlemişti ve ortalıktada hiç kimseler gözükmüyordu. O soğuk kış gecesinde bütün şehir derin bir uykuda iken; yalnızlıklık içerisinde bir adam o sırada, o gizem dolu parkın orta yerinde öylece bekleyip durmaktaydı. Kendi hayatını kurtaran o meçhul tilkiyle tanışmak için ve ona sırt çantasında getirmiş olduğu o yiyecekleri bir güzel sunmak için o gece Shoreditch Park’a gelen Veysel Baba bir ara yüksek bir ses tonuyla: “Ey sevgili dostum! Ey iyi kalpli kurtarıcım! Bu gece buraya seninle tanışmak için geldim. Ve yanımda getirmiş olduğum bu yiyecekleri de sana sunmak için geldim. Çünkü sana bir can borcum var, bir teşekkür borcum var. Lütfen benden korkma ve benden çekinme. Benden sana herhangi bir zarar gelmez. Sadece seninle arkadaş olmak istiyorum ve içimdeki o sevgiyi sana sunmak istiyorum. Hadi dostum ne olur ortaya çık, kendini bana göster ve beni üzgün bir şekilde, yıkılmış bir halde evime geri gönderme.

İnan öylesine yalnızım ki ve öylesine çaresizim ki; biraz sevgiye, biraz dostluğa ne kadarda ihtiyacım var. İçimdeki o sonsuz sevgiyi biraz olsun seninle paylaşmak istiyorum. Ve o derin yalnızlıklarıma artık bir son vermek istiyorum. İnsanlarda bulamadığım o sevgiyi, o dostluğu, o arkadaşlığı belki sende bulurum diye bu gece buraya geldim. Ne olur ortaya çık ve bu samimi haykırışıma, bu içten gelen yakarışıma bir cevap ver” diye yakardıktan sonra, adeta gözyaşları içinde o bankın üzerine öylece yığılıverdi.

Onun bu haykırışlarını, bu yakarışlarını oradaki çalılıkların arasından sessiz bir şekilde dinlemekte olan o konuşan tilki o anda ne yapacağını ve nasıl davranacağını tam olarak bilemedi. Çünkü onun herhangi bir insanla konuşması yasaktı ve bunun içinde o lordu Parapanu’dan izin alması gerekiyordu. Adamın o çaresiz hali ve o yürek burdan yakarışlarına artık bir son vermek isteyen o iyi kalpli tilki dostumuz; çok uzun yıllar öncesinde kendisine emanet edilmiş olan o sihir yüklü Frekans Taşı sayesinde hemen lordu Parapanu’yla iletişime geçti ve ona durumu izah ettikten sonra; parkın içinde kendisiyle tanışmak isteyen o adamla konuşabilmesi için ondan izin istedi.

Yeryüzündeki bütün tilkilerin asıl koruyucusu tanrısı olan Lord Parapanu; böylesine güzel be böylesine anlamlı bir istek karşısında daha fazla kayıtsız kalamazdı ve hemen o iyi kalpli dostuna şöyle seslendi:

“Ey iyi kalpli Harşiye! Ey sevgi dolu Harşiye! Sana çok uzun bir zamandan bu yanadır o Kutsal Sandığı koruma görevi verdim. Ve seni hem ölümsüzlükle, hem de insanlarla konuşma gibi birçok sırla donattım. Ve sende bu güne kadar sana verilmiş olan bütün o görevleri en iyi bir şekilde yerine getirdin. Kurallarımızı çiğnemedin ve sana verilmiş olan o sırlardan da hiç kimseye bahsetmedin. Ve ayrıca sözünü ettiğin o adamı, o soğuk kış gecesinde kurtarman da çok güzel bir davranıştı. Ve sen bu hareketinle biz bütün tilki dostlarına çok iyi bir örnek oldun. Bundan dolayı seni bir kez daha kutlamak isterim.

Ey sevgili Harşiye! Varsın o insanlar; bizi hep kurnazlıkla veya hırsızlıkla suçlayıp dursunlar. Ve bizim öldürüp yok etmek için her türlü yolu denesinler, tuzaklar kursunlar, kapanlar hazırlasınlar, intikam çığlıklrı atsınlar, av partileri düzenlesinler ve bizim kürklerimizden manto yapsınlar, kaşkol yapsınlar, şapka yapsınlar, çanta yapsınları, süs eşyası gibi duvarlarında sergilesinler ve hatta halı gibi, paspas gibi yere serip üstümüzden geçsinler. Ve hiç utanmadan, hiç sıkılmadan öldürdükleri o tilkilerin sayısıyla övünsünler. Ama sen o örnek davranışınla o kötü kalpli insanlara adeta bir insanlık dersi verdin ve bizler en iyi bir şekilde onure ettin.

Ey iyi kalpli Harşiye! Senin bu örnek davranışlarının sayesindedir ki; artık senin o adamla görüşmene ve konuimana izin veriyorum. Fakat bu noktada halen korumakta olduğun o Kutsal Sandığa dair sırları hiç kimseye anlatmayacağına dair birkez daha bana söz vermeni istiyorum. Bu konuda bir zayıflık gösterecek olursan eğer ve Kutsal Sandığa dair o sırları, o adama anlatacak olursan eğer; o zaman şunu bilki sana bahşedilen o ölümsüzlük nişanesi senden geri alınarak bir başka tilki kardeşimize verilecektir. Yani o anda seni de ölümlüler kervanına alacağız ve o Kutsal Sandığı koruma görevide o andan itibaren yeni bir tilki kardeşimize verilecektir.

Ey iyi kalpli Harşiye! Şimdi git ve hala o parkta seni öylece beklemekte olan o adamla bir güzel tanış. Ve onunla sevgiye dayalı, saygıya dayalı, karşılıklı güvene ve anlayışa dayalı bir dostluğun, bir arkadaşlığın en güzel yollarını aramaya çalış. Tüm tilki kardeşlerimiz adına, Lord Parapanu adıne ve ana kreliçemiz Batavine adına sevgimizi sun o iyi kalpli dostuna. Unutmaki tüm sevgimiz, tüm iyi kalpli dileklerimiz hep sanadır ve senin o güzel başarılarınadır. Ve bizi, o insanlar aleminde en iyi bir şekilde temsil et. Temsil et ki; aslında biz büyün tilkilerin ne kadar iyi kalpli olduğumuzu ve ne kadar yardımsever olduğumuzu o insanlar daha bir anlasınlar. Ve bizler hakkındaki o kötü düşüncelerinden biraz daha arınıp kurtulsunlar.

Ey iyi kalpli Harşiye! Şimdi git ve sana verilen bu kutsal görevi en iyi bir şekilde yerine getir. Şansın hep açık olsun ve en güzel günler hep senin olsun.”

O soğuk kış gecesinde, o iki yüz yıllık St. John’s Hoxton kilisesinin o duvar dibindeki yuvasında Lordu Parapanu’yla görüşen Harşiye, yani bizim o konuşan tilkimiz Sessiz Ayak; lordu Parapanu’dan izin aldıktan sonra hemen o sırlarla ve gizemlerle örülü o Shoreditch Park’ın yolunu tuttu. Çünkü onu, orada bekleyen ve onunla dost olmak şsteyen gözü yaşlı bir yapayalnız adam vardı, bir yaşam yorgunu adam vardı..