Sessiz Ayak ve Kutsal Sandık – 1

Büyük süprizlerle ve çok gizemli olaylarla geçen bir haftanın ardından; bizim Veysel Baba daha şimdiden bir sonraki hafta yapacağı o görüşmenin hesaplarını yapmaya başladı. İlk önce yine çok erken bir satte kalkarak et marketine gitti ve oradan hem kendisi için, hemde o sevgili dostu Sessiz Ayak için iki adet hindi aldı. Adam, daha önce kendisi için bile bu kadar erken bir saatte kalkıp buraya, bu et marketine hiç gelmediği halde; şimdi ise hiç üşenmeden o sıcak yatağından uyanıp ta buralara kadar gelebiliyordu. Çünkü ortada o yeni dostu Sessiz Ayak vardı ve onun o sevgi dolu yüreği vardı. Ve onun sayesinde de vazgeçmek üzere olduğu o hayata yeniden tutunarak; adına yaşam denilen o olgunun, o armağanın ne kadarda güzel olduğuna, ne kadarda vazgeçilmez olduğuna bir kez daha tanık olmuştu.

Veyse Baba, artık daha bir mutluydu ve daha bir yaşam doluydu. Çünkü yakın çevresindeki insanlarda bulamadığı o sevgiyi, o güveni ve o sıcaklığı bir tilkide bulmuştu. Ve o tilkinin sayesinde de adeta ölümün kıyısından dönmüştü. Anlaşılan oyduki; bir takım gizemli güçler onun bundan sonraki yaşamında iyi kalpli bir tilkiye yer vermek istemişlerdi ve konuşan bir tilkiyle onu buluşturarak bir takım gizemli olayları çözmek istiyorlardı. Adam, bu düşünceler içinde yeniden o ikinci el pazarının yolunu tuttu. Çünkü onu orada, o güzeller güzeli Botovine beklemekteydi. Onu, o Pazar yerinde ilk gördüğünde kalbi ne kadarda hızla çarpmaya başlamıştı ve ona ne kadarda hayran kalmıştı. Öylesine güzeldi ki; öylesine derin bakışlara sahiptiki ve öylesine gizem yüklüydüki; sanki bir masaldan çıkıp gelmişti ve sanki yarım kalmış bir aşkı, bir hikayeyi tamamlamak için o antika pazarının ortasına öylece düşmüş gibiydi. Ve daha sonra onun yeryüzündeki bütün tilkilerin Lordu Parapanu’nun eşi Prenses Batavine olduğunu öğrendiğinde de o gönül kapısını yeniden kapatarak yeniden o gerçek yaşama geri dönmüştü.

Veysel Baba, o günkü görüşmesinde o genç bayanın tezgahından, yani yeryüzündeki bütün tilkilerin ana tanrıçası Prenses Batavine’den ve onun o küçük tezgahından bir kum saati, çok ilginç bir anahtar, tuhaf görünümlü bir gözlük, bir ayna, bir resim fırçası, bir kalem ve bir harmonika satın aldı. Adam, satın aldıkları içinde en çokta elinde tutmuş olduğu o kum saati ile ilgilenmişti. Çünkü o kum saati sanki çok yakın bir zamanda olabilecek bir şeyin veya gerçekleşmesi muhtemel bir olayın habercisi gibiydi. Adam, bizzat para ödeyerek satın almış olduğu o objelerin, o eşyaların veya o aletlerin neye yaradıklarını tam olarak bilmiyordu. Ve bu gizemli objelerin kendisine satılmasında yine bir sır olmalıydı diye düşünen Veysel Baba: “Bana bunların ne olduğunu ve ne işe yaradıklarını söyleyebilir misiniz? Örneğin şu elimde tutmuş olduğum bu kum saati hakkında bir bilgi verebilir misiniz?” diye sorunca, o genç bayan da: “O kum saati aslında kıyametin habercisi gibidir ve o saat çalıştırıldığında söz konusu o kıyamet tarihi de bir şekilde başlamış olacaktır. Bu saatin ne zaman çalıştırılacağı da çok daha sonradan size bildirilecektir. O zaman, gelinceye kadar şimdilik bu kum saatine sakın olaki dokunmayın” diye bir cevap verdi.

Veysel Baba bu seferde satın almış olduğu diğer objeleri göstererek: “Peki bunlar hakkında ne tür bilgiler verebilir siniz? Örneğin şu anahtar, şu kalem, şu fırça, şu aynı ve şu harmonika nedir, ne işe yararlar, asıl özellikleri nelerdir?” diye bir başka soru sordu. Bu soru karşısında Prenses Batavine de bu sefer: “Elinizde tutmuş olduğunuz o ilginç görünümlü anahtar daha önce de sözünü etmiş olduğum o Kutsal Sandığa (Ark of the Covenant) aittir. Kutsal Sandığın kapağı ancak bu anahtar sayesinde açılacak ve içindeki o kutsal emanetlerde bu sayede asıl sahibine yeniden ulaşacaktır. Senden ricam, bu haftaki görüşmenizde bu anahtarı o Kutsal Sandığın koruyucusu Harşiye’ye vermenizdir. Bunun dışındaki diğer bütün objeler, nesneler veya aletler tamamen size aittir. Örneğin şu aynada hem kendi geçmişinizi, hem gelecekteki o yaşantınızı ve hemde o sonsuzluk alemini görebileceksiniz. Aynaya bir kere dokunduğunuzda geçmişinizi, iki kere dokunduğunuzda geleceğinizi, üç kere üst üste dokunduğunuzda da bu sefer o sonsuzluk alemini göreceksiniz. Kalem ise hiç bitmeyen bir mürekkebe sahiptir ve bu sihirli kalemle yakın bir zamanda yazmayı düşündüğünüz o güzelim hikayeleri kaleme alabilirsiniz. Bu şekilde hem size bir yazı yazma yeteneği vermiş olacağız ve hemde sizi o kalem masraflarından bir güzel kurtarmış olacağız. Ve bu fırçaya gelince; bu da sihir dolu bir fırça olup senin ellerinde bir şahesere dönüşecektir. Ve bu fırça ile en güzel resimler yapıp satabilirsin. Ve o resimlerden kazandığın parayla da bizim o tilki dostlarımıza her türlü yiyecekler alabilirsin, onları mutlu edebilirsin. Ve en son olarakta o harmonikaya gelince; bu harmonika hem sihirlidir ve hemde bundan çıkan o sesi yalnızca bizim tilki kardeşlerimiz duyabilecektir. Sen bu harmonikaya nefesini verdiğinde bundan çıkan o müziği dünyanın dört bir tarafındaki o tilki kardeşlerimiz bir güzel duyup, çok mutlu olacaklardır. Yani bir anlamda sen Veysel Baba olarak onlara konser vereceksin, bir müzil ziyafeti sunacaksın. İşte bugün sana sunulan bu sihir dolu objelerin asıl amaçları bunlardır. Artık bu son görüşmeden sonra bir daha beni burada, bu ikinci el pazarında bir daha görmeyeceksin. Çünkü o Büyük Tilki Konseyi’nin bana vermiş olduğu bütün görevleri sırasıyla yerine getirdim. Sevgili Veysel Baba, bundan sonraki yaşamında sana sonsuz mutluluklar dilerim. Ve artık bundan böyle çok uzaklarda bir yerlerde Prenses Batavine adında sevgi dolu bir dostunun, bir arkadaşının da olduğunu sakın olaki unutma. Hoşçakal Veyse Baba, hoşçakal iyi yürekli adam” diye; çok uzun ve çok ayrıntılı bir açıklama yaptıktan sonra adeta gözyaşları içinde öylece bir anda ortadan kayboldu.

Herşey biranda olup bitmiş ve o yalnızlıklar adamı Veyse Baba  daha bir cevap vermeden veya o güzeller güzeli Prenses Batavine’ye karşı var olan o sevgi dolu duygularını belli dahi etmeden; o sır dolu güzel prenses bir anda öylece ortadan yok olmuştu. Oysaki o her daim yalnızlıklarla boğuşan bu kalp yorgunu adam; adeta bir tesadüf eseri karşılaştığı o genç bayana karşı nede güzel hisler beslemişti. Ve çok uzun yıllar öncesinde kapatıp kilitlemiş olduğu o gönül kapısını; bu ikinci el pazarında karşılaştığı o dünyalar güzeli genç bayana açmak için nede çok heyecanlanmıştı. Ama bu seferde olmamıştı işte. Ve bu seferde duygu dolu hayalleri yine yarım kalmıştı işte.

O gün, o ikinci el pazarında en büyük hayal kırıklıklarından birini daha yaşayan o yaşam yorgunu Veysel Baba; Prenses Batavıne’den yeni bir takım sihir dolu objeler aldıktan sonra evine döndü. Prenses Batavine’nin o duygu dolu sözleri ve o gözyaşı yüklü veda konuşması bizim o yorgun savaşçı Veysel Baba üzerinde çok derin yaralar açmış gibiydi. Daha önceki yıllarda da buna benzer bir takım duygu yoğunlukları yaşayan Veysel Baba için; artık bu tür gönül oyunlarının hiç zamanı değildi ve onun daha yapacağı başka önemli görevleri vardı.

Çünkü o artık bundan böyle o bir takım gizemli güçler tarafından seçilmiş bir mesaj adamıydı, bir görev adamıydı. Ve söz konusu görevden dolayı da şimdilik kaydıyla bir takım gönül işlerine veya bir takım aşk oyunlarına kendi yaşamında yer vermemeliydi. Çünkü en ufak bir gönül ilişkisi veya aşk oyunu onun dikkatini dağıtabilir ve onu bir başka maceranın içine sürükleyebilirdi.

Adam, bütün bu gerçeklerden yola çıkarak; hemen o hafta sonu dostu Sessiz Ayak’la yapacağı o yeni görüşmesinin hazırlıklarına girişti. Önce şöyle fırında pişmiş çok leziz bir hindi hazırladı ve bir güzel paketleyip sırt çantasına yerleştirdi. Sonrada o ikinci el pazarında Prenses Batavine’nin kendisine vermiş olduğu Kutsal Sandığın o sihirli kilidini bir güzel kutuya yerleştirip cebine koyduktan sonra Shoreditch Park’ın yolunu tuttu. Dışarıdan hava bir hayli soğuktu ve vakitte bir hayli ilerlemişti. Gecenin o ilerlemiş saatinde yeniden bir araya gelen Veysel Baba ile yeni dostu Sessiz Ayak; önce bir güzel sohbet ettiler ve daha sonra bizim Veysel Baba sırt çantasındaki o fırında pişmiş hindiyi bir güzel yeni dostuna sundu. Böylesine leziz ve böylesine enfes bir hindiyi hayatında ilk defa yiyrn bizim konuşan tilki Sessiz Ayak çok mutlu olmuştu. Sevgili dostunun o mutluluğunu gören Veysel Baba; o mutluluğa, o sevince yeni birşeyler daha eklemek için cebindeki o kutuyu çıkarıp dostuna uzattı. Kutuyu gören Sessiz Ayak:

“Bu kutu da nedir böyle? Ne var bunun içinde?

“İçinde ne olduğunu öğrenmen için önce açman gerekiyor.”

“Öylesine heyecanlandımkı ayak bileklerim, patilerim daha şimdiden titremeye başladı.”

“Bu kadar heyecanlanmana hiç gerek yok. Çünkü içinde seni çok mutlu edecek büyük bir süpriz var.”

Veysel Baba’nın o yatıştırıcı sözleri  üzerine kutuyu bir güzel açan Sessiz Ayak; çok uzun yıllar önce çalınan o Kutsal Sandığın anahtarını görünce şaşkınlıktan ne yapacağını, ne söyleyeceğini şaşırdı. Çünkü yıllardır aradığı o sihirli anahtar artık onun o küçük patilerindeydi. Ve bu yeni dostu Veysel Baba, böylesine baş ağrıtan ve böylesine üzüntü veren bir sorunu çözmede yine ona yardım etmişti. Önce o kaybolan sihirli taşlar bulunup geri getirilmişti ve şimdide bu çalınan anahtar bir şekilde bulunup Veysel Baba tarafından kendisine teslim edilmişti. Böylesine güzel süprizler karşısında bizim konuşan tilkimi Sessiz Ayal şimdi daha bit mutluydu ve daha bir sevinç doluydu. Ve artık bazı şeyler daha bir netleşmişti ve daha bir aydınlığa kavuşmuştu. Dostunun o mutluluğunu, o sevincini gören Veysel Baba birkaç gündür çok merak ettiği o Kutsal Sandık hakkında bilgi edinmek istedi ve dostu Sessiz Ayağa:

“Sevgili dostum! Seni ne üzmek isterim, ne de zorlamak isterim. Fakat aklımı kurcalayan bir husus var. Gerek Prenses Batavine’den ve gereksede senden duyduğum şu Kutsal Sandık’ta nedir böyle. Bana söz konusu o Kutsal Sandık hakkında bildiklerini söyleyebilir misin? Mademki dostuzi mademki bu kadar sırrı paylaştık; ozaman benden yana endişe edeceğin bir durumda olmaması gerek diye düşünüyorum.”

Veysel Baba’nın bu isteği karşısında ne yapacağını şaşırdan Sessiz Ayak adeta iki arada bir derede kalmış gibiydi. Bir yanda o sevgili dostu Veysel Baba’nın Kutsal Sandığa dair isteği, bir diğer yanda ise o büyük Lordu Parapanu’ya vermiş olduğu o sözü. Kendisine hem ölümsüzlük bahşeden ve hemde o Kutsal Sandığı koruma görevini kendisine veren Lord Parapanu’yu ve o Büyük Tilki Konseyi’ni; böylesine önemli bir konuda hayal kırıklığına uğratmakta istemiyordu. Ve eğer bu noktada sadece kendilerine ait olan o sırları, o bilinmezleri bir insana açıkladığı takdirde; hem Lordu Parapanu’ya vermiş olduğu o sözü tutmamış olacaktı, hem o Kutsal Sandığı koruma görevi kendisinden alınıp bir başka tilkiye verilecekti, hem insanlarla konuşma yetisini veya özelliğini kaybedecekti ve hemde kendisine verilen o ölümsüzlük nişanı kendisinden alınacak ve böylelikle o da diğer bütün tilki dostları gibi ölümlü olacaktı.

Sessiz Ayak bir yandan bütün bunları düşünürken, bir diğer yandan ise o çok sevgili dostu Veysel Baba’yı üzmek istemiyordu. Çünkü o çok iyi kalpli bir insandı ve yüreği de sevgi doludydu. Hem Kutsal Sandığa ait o taşları ve o sihirli anahtarı bu iyi kalpli dostu bulup getirmemişmiydi? Ve ayrıca bu adamla konuşması için Lordu Parapanu kendisine izin vermemişmiydi? Ve işte bütün bu olanlardan dolayı o da artık bu gizemin bir parçası gibiydi ve o da artık bundan böyle bu gizem dolu bilmecede tol almaktaydı. Ve artık o tilkiler dünyasına ait birçok sırrı bilen bir adamdan, daha ne türl bilgiler veya sırlar saklanabilirdiki? Soğuk bir kı gecesinde hayatını kurtardığı bu yaşam yorgunu adam; artık onlardan biri gibiydi ve artık onunda o Kutsal Sandığa dair bir takım bilgileri veya sırları bilmesinde  herhangi bir sakınca yok gibiydi. Ve ayrıca ikiyüz yıla yaklaşan uzun yaşamında, o artık çok yorulmuştu. Çünkü böylesine uzun ömürlü bir yaşam ortalama onbeş yıl kadar yaşayan bir tilki için gerçektende çok zordu.

Sessiz Ayak böylesine uzun yaşamında birçok olay yaşamış ve birçok bilinmeyen olaya da bizzat kendisi tanık olmuştu. Sırlarla ve gizemlerle örülü o yaşam süreci veya o varlık ağacı; ona nede çok bilinmezi sunmuş ve onu adeta bir sur küpü haline getirmişti. Örneğin Shoreditch Park’ın o kutsal St. John’s Hoxton Kilisesi’nin kurulduğu o gğnleri daha dün gibi hatırlamaktaydı. Bütün mahallelinin bir araya gelerek ve büyük bir yardımlaşma örneği göstererek inşa ettikleri o St. John’s Hoxton Kilisesi’nde yaşanan o sevgi dolu anlar, o mutluluk dolu anlar ne de güzeldi. Şu gizem dolu Shoreditch Park’ın o inşaa sürecinde yaşananlar ve çocukların yeni bir parka kavuşmalarından dolayı yaşamış olduklarını o sevinç nede görülmeye değerdi.

İkiyüz yıllık yaşamın büyük bir kısmını o St. John’s Hoxton ile bu gizem dolu Shoreditch Park arasında geçiren Sessiz Ayak; bu uzun yaşam süresi içinde özellikle de bu parkta birçok olaya tanık olmuştu. Örneğin; bu parkın içinde cinayet işleyen adamlarda görmüştü, parktaki o ağaçların dallarına kendini asan insanlarda görmüştü, o soğuk kış gecelerinde parkta donupta öylece hayatını kaybeden insanlarda görmüştü, birbirlerinin boğazını kesen bir takım canavar ruhlu insanlarda görmüştü, öldürdükleri o insanları getirip gizlice bu parkın içine gömen katillerde görmüştü, gecenin bir vaktinde bu parkta doğum yapan kadınlarda görmüştü. Ve hatta doğurdukları o yavrularını bu parka öylece bırakıp giden o annelik duygusundan yoksun kadınlarıda görmüştü. Ya tıpkı o Veysel Baba gibi çaresiz kalıpta gecenin bir vakti o altınlarını, o mücevherlerini, p değerli eşyalarını veya o deste deste paralarını getirip bu sır dolu parkın bir yerine öylece gömüpte saklayan o insanlara ne demeliydi? Gerçektende bu sır dolu, bu gizem dolu parkın bir dili olsaydıda bütün o yaşananları bir bir anlatsaydı. Ve bu sayede de bütün o sırlar, bütün o suçlar, bütün o günahlar ve bütün o bilinmezlikler bir bir ortaya dökülseydi. Ama o sır dolu bir parktı, gizem dolu bir parktı ve o her zaman yaptığı gibi aynı vefayı göstererek içinde barındırdığı o sırları, o gizemleri ve o bilinmezlikleri hiç kimseye açma niyetinde de değildi. Ve onun bu özelliği; en sonunda o yaşam yorgunu Veysel Baba’yla, o konuşan tilkiyi bir araya getirmede en büyük etken olmuştu.

Ya kutsal sığınağı St. John2s Hoxton Kilisesi’nde yaşananlara ne demeliydi. Nerdeyse ikiyüz yıldır kendisi için adeta bir sığınma yeri, bir barınma yeri olarak seçmiş olduğu o kilisenin duvar dibindeki o sığınağında; gerek o kiliseye dair, gerek o kilisede görev olan bütün o rahiplere dair ve gereksede o kiliseye ibadet etmek için gelen o insanlara dair neler görmüştü, neler duymuştu. Ve özelliklede o büyük lordu Parapanu tarafından kendisine verilen o Frekans Taşı sayesinde yukarıda, kilisenin içinde yaşananları bir güzel duyabiliyordu. Ve böyleliklede bir takım dini konular hakkında çok detaylı bilgilere sahip olmuştu. Onun, o kilisenin duvar dibinde geçirmiş olduğu ikiyüz yıllık yaşam süresi içinde onlarca nbaş rahip o kilisede görev almıştı. Hepsininde ayrı ayrı özellikleri vardı, hepsininde konuşma biçimi veya şekli birbirinden farklıydı, hepsininde özellikle din konularındaki bilgileri birbirinden farklıydı ve hepsininde gerek o Pazar ayinlerini yönetme biçimleri, gerek o vaftiz törenlerini uygulama şekilleri ve gereksede o günah çıkarma usülleri çok değişikti ve çok farklıydı.

Bizim konuşan tilki Sessiz Ayak; kilise dibindeki o ikiyüz yıllık yaşam diliminde o kilisede görev almış olan o rahiplerden duyduğu bilgiler sayesinde artık bir dün bilgini olmuştu. Ve kendisine bu konuda bir görev verilseydi eğer; hemen duvar dibindeki o yuvasından çıkıp yukarıya gidebilirdi ve çok rahatlıkla da bir Pazar ayinini en iyi bir şekilde yönetebilirdi. Örneğin o kutsal kilisenin geçmiş tarihine dair bir takım bilgileri, bir takım olayları ve bir takım yaşanmışlıkları bir güzel o ayine katılan insanlara anlatabilirdi. Bir zamanlar bu kilise nede çok dolup taşardı ve çocukların varlığı bu kiliseye nede güzel renk verirdi. O Pazar ayinlerine katılan insanlar ne de güzel giyinip bu kiliseye gelirlerdi ve o ayinleri ne de büyük bir hevesle dinlerlerdi. Çocukların kilisenin bahçesindeki o koşuşturmalarıi o eğlenceleri, o oyunları ne de güzeldi. Ya kilise bahçesinde düzenlenen o festivallere, o mangal partilerine ne denmeliydi.

Herşey ama herşey bir hayal gibi öylece uçup gitmişti sanki. Ve bizim konuşan tilki Sessiz Ayak; o geçmiş yıllarla bu günü karşılaştırdığında aradaki o farka hiçbir anlam veremiyordu. Eskiden her Pazar ayinine adeta koşa koşa gelen o insanlara ne olmuştu ve onların yerini olan bu yeni nesil neden kilisenin yolunu unutmuştu? Ve bu yeni nesli tek sığınakları olan o tanrının evinden soğutan asıl neden neydi? Gerçektende ne olmuştuda insanlar yavaş yavaş kiliseden veya o ibadet yerlerinden soğuyarak daha duyarsız, daha çıkarcı, daha maddeci ve daha günlük yaşayan bir yaşam şekline teslim olmuşlardı? Ve adına internet denilen, bilgisayar denilen, televizyon denilen, cep telefonu deni,len, teknoloji denilen ve çılgınca alış-veriş denilen o günahkar yaşam şekline adeta kurban edilmişlerdi.

O iyi kalpli Sessiz Ayak, o anda bütün bunları düşündü ve kendince bir takım cevaplar bulmaya çalıştı. O eski dostlukların, arkadaşlıkların ve de o sevgi dolu yaşanmışlıkların artık kalmadığını düşünen Sessiz Ayak; böylesine kirlenmiş bir dünyada, böylesine maddiyata teslim olmuş bir dünyada, böylesine çıkarcı ilişkilerin daha bir önem kazandığı bir dünyada, böylesine manevi değerlerden uzaklaşmış bir dünyada, böylesine duygudan yoksun bir dünyada, böylesine sevgiden mahrum edilmiş bir dünyada ve böylesine büyük bir hızla adeta o sonu gelmez karanlıklara doğru savrulan bir dünyada daha fazla yaşamanın ve daha fazla acı çekmenin herhangi bir anlamının olmadığını düşünerek; o Kutsal Sandık hakkındaki bütün bildiklerini o sevgili dostu Veysel Baba’ya anlatmaya karar verdi ve ona cevaben:

“Sevgili dostum Veysel Baba; Kutsal Sandık hakkındaki tüm bildiklerimi haftaya burada aynı saatte yapacağımız o görüşmede sana bir bir anlatacağım” dedikten sonra sessiz bir şekilde St. John’s Hoxton Kilisesi’nin duvar dibindeki o sığınağa geri döndü.