Pancho-Mancho Adındaki Yaramaz Bir Sincabın Sürpriz Ziyareti

Veysel Baba, o gece elinde çok güzel bir şiirle birlikte o sır dolu, gizem dolu Shoreditch Park’a büyük bir heyecanla gitmişti. Çünkü birkaç günlük yoğun bir çabadan sonra kalema almış olduğu o destansı şiiri hemen o çok sevgili dostu Sessiz Ayağa okumak istiyordu. Ve bu sayede de gerek yonu, gerek diğer tilki dostları ve gerekse de diğer bütün canlıları ne kadar da çok sevdiğini; o gizem dolu parkın tam ortasında haykırmak istiyordu. Çünkü onlar sayesinde hayata yeniden tutunmuştu, onlar sayesinde hayata yeniden bağlanmıştı ve onlar sayesinde de o sonu gelmez yalnızlıkları artık sona ermişti.

Veysel Baba böylesine coşku dolu, heyecan dolu bir yaşamı kendisine hediye eden o çok sevgili tilki dostlarına karşı hep kendisini borçlu hissediyordu. Ve bu borcu ödemek için de adeta gecesini gündüzüne katmıştı. Neden katmasındı ki; yakın çevresindeki o insanlarda bulamadığı o sevgiyi, o dostluğu ve o yardımlaşma ruhunu o güzelim tilkilerde bulmuştu. Ve onların arasındaki o arkadaşlık, o dostluk ilerleyen zamanla birlikte daha da bir anlam kazanmış ve daha da bir sarsılmaz hale gelmişti.

Her şeyin adeta bir masal gibi yaşandığı o sır dolu parkta geçen o güzel günler, o masalımsı geceler artık çok gerilerde kalmış gibiydi. Veysel Baba ilk önce o parkın civarında yaşayan bütün tilki dostlarını Londra dışındaki o çiftlik evine götürüp orada bırakmıştı. Ve daha sonra da o çok sevgili dostu Sessiz Ayak ve onun o akıllı kızı Goze ile birlikte yeniden Londra’ya geri dönmüşlerdi. O ayrıldıktan sonra artık o güzelim Shoreditch Park daha da bir sessizliğe bürünmüştü ve daha da bir renksiz hale gelmişti. Fakat bütün o olumsuzluklara rağmen bizim Veysel Baba her gece o sevgili dostu Sessiz Ayak’la ve onun kızı Goze’yle buluşmak için evinden dışarı çıkıyor ve o meşhur Masal Yolu’ndan yürüyerek o sır dolu, gizem dolu Shoreditch Park’ın tam da kalbinde kendisini beklemekte olan o sevgili dostlarının yanına varıyordu.

Veysel Baba o son görüşmesinde dostu Sessiz Ayağın o veda konuşmasını dinledikten sonra ve o hüzün dolu ayrılığa tanık olduktan sonra; adeta yıkılmış bir halde ve gözyaşlarına boğulmuş bir halde Kinder House adlı o binadaki evine geri döndü. O hüzün dolu ayrılıktan sonra, o gözyaşı yüklü ayrılıktan sonra şimdi daha da bir yalnız bırakmıştı ve daha da bir o karanlık dehlizlerde, o ışıksız mahzenlerde, o soğuk hücrelerde ve o dipsiz kuyularda öylece bir başına kalmıştı. Yine o korku dolu geceler, o en derin yalnızlıklarla dolu geceler, o üşümeler, o titremeler, o ani bayılmalar, o travmalar, o epilepsi nöbetleri yine geri gelmişti işte. Ve o ihanet dolu günler, o sevgiden yoksun günler, o yalnızlığa terkedilmiş günler, o acımasızlıkla dolu günler, o işkencelere uğradığı günler, o dışlanmışlıklar, o terkedilmişlikler ve bir kenarda öylece unutulduğu veya öylece kaderine terkedildiği o karanlık günler, o gözyaşı yüklü günler yine geri gelmişti işte ve yine onun kapısını çalmıştı işte.

O yalnızlıklar adamı Veysel Baba böylesi bir çaresizlik içinde derdini anlatabileceği, sorunlarını paylaşabileceği yeni bir dost aradı. Sevgili dostu Sessiz Ayağın o akıllı mı akıllı, o sevimli mi sevimli minik prensesi Goze bütün bunlara ne kadar cevap verebilirdi. Daha henüz beş aylık olan Goze’nin yaşam hakkındaki o bilgisi, o tecrübesi şimdilik bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba’yı ne kadar teselli edebilirdi ve onun o sonu gelmez yalnızlıklarına ne kadar son verebilirdi ki? Bütün bunları düşünen adam o an için sığınabileceği bir dost, bir arkadaş veya güvenli bir liman bulamayacağını anlayınca da hemen gidip arka odadaki o yatağına uzandı. Ve o iyi kalpli annesinden, o melek yüzlü annesinden kendisine hediye kalmış olan o güzelim yorganı üstüne çektikten sonra titrer bir halde kendi kendisine: “Anne çok üşüyorum!” dedi.

Dostu Sessiz Ayağın o veda konuşmasından sonra eve kapanan Veysel Baba; artık daha bir yalnızdı ve daha bir ümitsizdi. O sır dolu parkta geçen o güzel günleri, o masalımsı günleri düşündükçe onun o yalnızlığı daha da derin bir hal alıyordu. Biraz olsun o ürkütücü derin yalnızlığını unutabilmek için bazen o küçük dağ köyünü aklına getiriyordu, bazen orada geçen o çocukluk günlerini akla getiriyordu ve bazen de o sevgili dostu Sessiz Ayak’la birlikte geçirdiği o güzel günleri akla getiriyordu.

Adam; o sıkıntılı günlerinde o çaresiz hissettiği anlarda kendisini içine düştüğü o çaresizlikten kurtaracak,o yalnızlıktan kurtaracak ve kendisini yeniden hayata bağlayacak bir yeni neden arıyordu, bir yeni sebep arıyordu ve bir yeni dost, bir yeni arkadaş arıyordu. Adam, yeniden o eski bunalımlı günlerine dönmüş gibiydi ve her an yeniden o gece alemine, o içki masalarına ve o içi boş sahte yaşamlara geri dönmekten korkuyordu. Başka türlü o derin yalnızlıklarıyla, o ürkütücü yalnızlıklarıyla nasıl ve ne şekilde baş edebilirdi. Böylesi bir yıkılımşlık anında ve böylesi bir ümitsizlik içinde eve kapanarak kendisini yeni sorunlara karşı nasıl koruyabilirdi. Bazen resim yaparak, yazı yazarak ve ara sıra kitap okuyoarak o sorunları çözebilmek ve yeniden yaşama bağlanmak için yeni bir takım nedenler üretebilmek de öyle sanıldığı kadar kolay değildi.

Büyük bir çaresizlik içinde eve kapanan Veysel Baba artık yataktan bile dışarı çıkmak istemiyordu. Çünkü biraz uyandığında, biraz o mutfağa yöneldiğinde ve biraz kahvaltı yapmaya niyetlendiğinde; o gerçek dünyaya yeniden geri dönüyordu ve işte o anda da o sevgili dostu Sessiz Ayağı aklına getiriyordu. Neden getirmesindi ki; yakın çevresindeki o insanlarda bulamadığı o sevgiyi, o dostluğu, o cana yakınlığı ve o yardımlaşma ruhunu o çok sevgili dostu Sessiz Ayak’ta bulmuştu ve onun o sevgi dolu yüreği sayesinde de yeniden hayata bağlanmıştı. Ama şimdi o sevgili dostu son birkaç ayını o sevgili yavrusuna ayırmak için ve onu, o yeni görevine hazırlayabilmek için St.John’s Hoxton Kilisesi’nin duvar dibindeki o yuvasında geçirmeye karar vermişti. Bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba’nın oturduğu o ev ile, bizim o konuşan tilki Sessiz Ayağın yuvasının bulunduğu o meşhur St.John Hoxton Kilisesi arasındaki mesafe öyle sanıldığı kadar çok değildi. Fakat o iki sevgili dostun arasındaki o birkaç yüz metrelik mesafe arasında sanki dağlar vardı, sanki okyanuslar vardı.

Veysel Baba’nın içine düştüğü o ruh halini ve o ürkütücü yalnızlığını yukardan izleyen Lord Parapanu ve o çok sevgili eşi Batavine hemen bir şeyler yapmaya karar verdiler. Çünkü o iyi kalpli Veysel Baba’nın, o sevgi dolu Sessiz Ayak’la yapmış olduğu o en son görüşme de okumuş olduğu o destansı şiir hem o Lord Parapanu’yu hem de onun o çok sevgili eşi Prenses Batavine’yi çok etkilemişti. Böylesine güzel ve böylesine anlamlı bir şiiri kaleme alan bir iyi kalpli insan nasıl kaderine terkedilebilirdi ki?

O güzel insan Veysel Baba’yı içine düştüğü o yalnızlıktan kurtarmak için ve onu yeniden hayata bağlamak için harekete geçen Lord Parapanu’nun ve eşi Batavine’nin aklına çok değişik bir fikir geldi. Madem o iyi kalpli insan evinden dışarı çıkmak istemiyordu, o zaman biz ona bir süpriz ziyaretçi gönderelim diye bir düşünceye daldılar. Ama nasıl ve ne şekilde o sürpriz ziyaretçiyi bulacaklardı veya o süpriz ziyaretçiye kadar vereceklerdi. İşte o anda Prenses Batavine’nin aklına bir sincap geldi. Onun düşüncesine göre şöyle cin gibi akıllı, pratik zekalı, çevik aynı zamanda dik duvarları tırmanabilen, görzüne kestirdiği evlere rahatlıkla girebilen ve o evlerden ceviz gibi, fındık gibi, fıstık gibi, çikolata gibi yiyecekleri bir güzel aşırabilen tatlı bir sincap, sevimlimi sevimli bir sincap ve öylesine yaramaz, öylesine baş belası bir sincap bulabilirlerse eğer ve o yaramaz sincabı bir şekilde o sevgili dostları Veysel Baba’nın oturduğu o eve adeta bir küçük hediye gibi, bir süpriz armağan gibi gönderebilirlerse eğer; işte ozaman o iyi kalpli Veysel Baba’nın şuan içinde bulunduğu o derin yalnızlıklarına da bir son verebilirlerdi. Ama ilk önce bütün bunları yapabilecek yeteneklere sahip o sincabı bulmaları gerekiyordu.

Prenses Batavine’nin düşüncesini çok beğenen Lord Parapanu hemen harekete geçerek yeryüzündeki bütün sincapların kralı olan Gavange’nin yanına vardı ve bütün olan biteni ona anlattıktan sonra, ondan kendisine yardımcı olmasını istedi. O iyi kalpli Lord Prapanu’nun böylesine anlamlı ve böylesine dostluk içeren isteğini geri çevirmek istemeyen o büyük kral Gavange o anda hemen yeryüzündeki o sincaplar arasında detaylı bir araştırmaya girişti. Ve o anda, o büyük kral Gavange’nin emri altındaki o görevli sincaplar dünyanın dört bir yanına dağılarak söz konusu özelliklere sahip o sincabı aramaya koyuldular. Bütün yetenekli sincaplar bir bir incelenip elendikten sonra Meksika’nın Yucatan bölgesinde yaşayan o meşhur sincap Pancho Mancho’da karar kıldılar. Çünkü Pancho Mancho adındaki o sincap; Prenses Batavine’nin bir bir sıraladığı o özelliklerin hepsine de sahip bir sincaptı, her türlü yeteneği vardı, her türlü binaya çok rahatlıkla tırmanabilirdi ve aynı anda da çok yürekliydi, çok cesaretliydi. Çünkü o korkusuz bir sincaptı ve aynı zamanda onda; o büyük komutan, o devrimci komutan Pancho Villa’nın o haksızlığa karşı direniş ruhu vardı, o isyankar ruhu vardı.

Ve ayrıca o, Meksika’lı bir sincap olduğu için de var olanla yetinmek istemiyordu. Bazen diğer sincap kardeşlerini de yanına alarak o bölgede zengin bulduğu evlere gidiyor ve oralardan lezzetli bulduğu ne varsa bir güzel aşırıyordu. Ve bu yardımlaşma sayesinde de daha henüz kış gelmeden bütün kış ihtiyaçlarını bir güzel tamamlıyorlardı. Onunla ve beraberindeki diğer sincaplarla bir türlü baş edemeyen o zengin konak sahipleri de o çiftlik sahipleride ve o ceviz sahipleride; onun bu özelliğinden dolayı olsa gerek o baş belası sincaba, o yaramaz sincaba Pancho Mancho adını vermişlerdi. Çünkü o, böylesine kural tanımaz hareketiyle ve böylesine hesap vermez tavırlarıyla o isyankar insan, o büyük direnişçi Pancho Villa’ya ne kadarda çok benziyordu. Ve o kural tanımaz sincaptaki o isayankar ruh sanki o büyük devrimci Pancho Villa’dan miras kalmış gibiydi. Bütün o Yucatan bölgesinde adeta bir Pancho Mancho efsanesi doğmuştu ve herkez o meşhur sincap Pancho Mancho’dan bahsedip durmaktaydı. Ve hatta bir keresinde o bölgede yaşayan ve epeyce bir serveti olan bir ceviz tüccarı, bizim o sınır tanımaz Pancho Mancho’nun başına on bin dolarlık bir ödül koymuşsa da yine o meşhur sincap Pancho Mancho’yu ele geçirememişti.

Ve artık bundan böyle o yaramaz sincabın, o ele avuca gelmez sincabın efsanesi o yağmur yüklü şehirde, o yağmura aşık şehirde ve o sırlarla dolu Shoreditch Park civarında devam edecekti. Fakat öncelikli olarak bir yolunu bulup o ele avuca sığmaz sincabın Londra’ya getirilmesi gerekiyordu. Bunun içinde hemen ceviz nyüklü bir gemi devreye sokuldu ve bizim o efsane sincabımız, o yaramaz sincabımız Pancho Mancho söz konusu o geminin içi ceviz dolu o ambarında Londra’ya getirildi.

Gerek Prenses Batavine’nin, gerek Lord Parapanu’nun ve gereksede yeryüzündeki bütün sincapların tek koruyucu kralı olan gavange’nin yardımları sayesinde Londra’ya getirilen yaramaz sincap Pancho Mancho’yu artık yeni bir yaşam beklemekteydi. O büyük kral Parapanu tarafından Shoreditch Park civarındaki o yeni yuvasına yerleştirilen Pancho Mancho’nun bu yeni getirildiği yere alışması öyle sanıldığı gibi pek kolay olmayacaktı. Çünkü o, Meksika kökenli bir sincaptı ve oradaki o özgür yaşama alışmıştı, o ceviz ağaçlarına alışmıştı, o meşe ağaçlarına alışmıştı ve o uçsuz bucaksız ormanlara, çiftliklere alışmıştı. Oysaki bu yeni getirildiği yerde ne ceviz ağacı vardı, ne meşe ağacı vardı ve nede koşup oynayacağı uçsuz bucaksız ormanlar vardı. Ve ayrıca burada yaşayan sincaplar hem çok yeteneksizdiler ve hemde daha değişik şeylerle beslenip duruyorlardı.

Böylesine sıradan ve böylesine gürültü dolu bir yaşam şekline hiç alışık olmayan bizim o yaramaz sincap Pancho Mancho hemen yeni çareler aramaya başladı. Çünkü o anda onun aklına Meksika’daki o güzel günleri geldi, o ceviz dolu, fındık dolu, fıstık dolu, palamut dolu, cevizli kurabiye dolu ve hatta fındıklı çikolata dolu o masalımsı günleri geldi. O güzel günlerine o masalımsı günlerine yeniden geri dönmek isteyen o süper sincap Pancho Mancho tıpkı Meksika’da yağtığı gibi buradada, bu yeni getirildiği yerdede evlere girmeye karar verdi. Ve o evlerden ceviz gibi, fındık gibi, fıstık gibi ve çikolata gibi yiyecekleri bir güzel aşırmaya karar verdi.

Bu sırada Lord Parapanu hemen devreye girerek o süper sincap Pancho Mancho’ya gerek o sır dolu Shoreditch Park hakkında, gerek orada yaşayan diğer bütün canlılar hakkında, gerek o bölge insanı hakkında, gerek şehir yaşamı hakkında, gerek Sessiz Ayak ve Goze hakkında, gerek o Veysel Baba hakkında, gerek onun evi hakkında ve gerekse de o yeni görevi hakkında bir takım bilgiler verdi. Ve enson olarak da ona, tıpkı o konuşan tilki Sessiz Ayak gibi insanlarla konuşmasını öğrettikten sonra aradan çekilerek kendi sarayına geri döndü.

Lord Parapanu tarafından çok önemli bir görevi yerine getirmek için vazifelendirilen bizim yaramaz sincabımız Pancho Mancho; artık buraya niçin getirildiğini ve yeni görevinin ne olduğunu çok iyi anlamıştı. Ama öncelikle bu yeni getirildiği yere alışması gerekiyordu. Bir an önce işe başlamalı ve bu bölge hakkındaki tüm bilgileri bir an önce öğrenmeliydi. Şehir yaşantısına hiç alışık olmayan bir sincap için bütün o bilgiler çok önemliydi. Örneğin bu bölgede yaşayan diğer sincapları hiç tanımıyordu, onların o yaşam şeklini hiç bilmiyordu ve ne tür şeylerle beslendiklerini de tam olarak bilmiyordu. Burada yaşayan sincaplar bütün bir kış ne yiyip içerlerdi ve yuvalarına ne tür yiyecekler doldururlardı. Veya bu bölgede yaşayan o kızıl tilkiler ne kadar tehlikeliydiler, neyle beslenirdiler, yuvaları neredeydi, genellikle geceleri mi dışarı çıkarlardı? Veya yolda karşıdan karşıya geçerken hızla gelip geçen o arabaların altında kalıp da ezilme gibi bir tehlikenin ölçüsü ne kadardı? Veya burada yaşayan insanların hayvanlara karşı olan o sevgisi ne düzeydeydi?

Bütün bu sorulara yanıt arayan Pancho Mancho adındaki o akıllı sincap; çok kısa bir süre içinde yaşadığı o bölgeyi tanımaya başladı. Artık bölgeye alışmıştı ve artık kendi bildiği o meşhur kuralları koymanın bir zamanı gelmişti. Çünkü o, lider özelliklere sahip bir sincaptı ve liderlik onun o özgür ruhuna kazınmıştı. Burada yaşayan diğer sincaplar gibi sıradan olmak ve var olanla yetinmek onun işi değildi, olmamalıydı da. O bölgede yaşayan sincapların bir çoğu daha cevizin, fındığın, fıstığın ve hatta çikolatanın ne olduğunu, nasıl bir yiyecek olduğunu hiç bilmezken; bizim o yaramaz mı yaramaz, o sevimli mi sevimli ve o akıllı mı akıllı sincabımız, o yetenekli sincabımız Pancho Mancho daha şimdiden o yeni yuvasını cevizlerle, fındıklarla, fıstıklarla ve hatta o lezzetli mi lezzetli çikolatalarla ve şekerlerle doldurmuştu bile. Yetenekli bir sincap için, cesaretli bir sincap için ve uzağı görebilen bir sincap için bütün bunları yapmak, o dik duvarları tırmanmak ve o yüksek katlı binalardaki o evlerden o fıstıkları, o fındıkları, o cevizleri ve de o pahalı çikolataları bir güzel aşırmak öyle sanıldığı gibi pek zor değildi. Çünkü onun o isyankar ruhunda, o kural tanımaz ruhunda ve o inatçı ruhunda korku diye bir şeye asla ve asla yer yoktu. Fakat o bütün bunları yaparken ve o yuvasını daha şimdiden yiyeceklerle doldururken; daha birkaç hafta önce Lord Parapanu’nun kendisine vermiş olduğu o çok önemli görevi epeyce bir ihmal etmişe benziyordu.

Artık asıl görevine başlamasının bir zamanı geldiğini düşünen bizim o yaramaz sincabımız Pancho Mancho yiyecek yönünden biraz rahatladıktan sonra ve o güzelim yuvasını fındıklarla, fıstıklarla ve cevizlerle bir güzel doldurduktan sonra; artık yeni görevine başlayabilirdi ve yeni görevine kilitlenebilirdi. Bu düşünce içerisinde sıcak bir yaz günü çok erken bir saatte uyanan bizim o tatlı mı tatlı sincabımız Pancho Mancho hemen Kinder House adlı o binanın dördünce katında yaşamakta olan o Veysel Baba’nın evine doğru hareket etti. Binanın önüne gelen Pancho Mancho ilk önce Kinder House adlı o binayı bir güzel inceledi ve dördüncü katta yaşayan Veysel Baba’nın o evine tırmanabilmenin en kolay yolunu, en pratik yolunu bulmaya çalıştı. Ve biraz sonra binanın ön cephesindeki o duvarlardan, o balkonlardan bir bir yukarı tırmanan bizim o süper sincabımız Pancho Mancho; birkaç saniye içinde kendisini Veysel Baba’nın evinin balkonunda bulmuştu. Hava sıcak olduğu için olsa gerek evin balkonu geceden açık bırakılmıştı. Büyük bir heyecan içerisinde balkon kapısından içeri giren Pancho Mancho için bu ev artık bir ikinci adres gibi olacaktı. Ve o, sırf bu görevi yerine getirmek için Meksika’dan alınıp bu yağmur yüklü şehre, bu yağmura aşık şehre getirilmişti. Ve sırf bu görevi en iyi bir şekilde yerine getirebilmek için de, ona tıpkı bir insan gibi konuşması öğretilmişti. Demek ki bu evde yaşayan Veysel Baba isimli o kişi çok önemli birisi olmalıydı diye düşünen bizim akıllı sincabımız Pancho Mancho sessiz bir şekilde evin içini dolaşmaya başladı. İlk görüşte o ev adeta bir sanat galerisini veya bir sanat atölyesini andırmaktaydı. Evin dört bir yanı bir takım antikalarla ve resimlerle doluydu. Evin bütün duvarları ve hatta tavanları tamamen resimlerle kaplanmıştı. Evin her bir yanı ışıl ışıldı ve rengarenkti.

Bir süre evi inceleyen Pancho Mancho daha sonra orada bulunan küçük bir masanın üzerinde öylece duran bir defter, bir kalem ve bir gözlüğü farkedince; kendi kendine: “Bizim Veysel Baba herhalde yazar olmalı!” diye bir soru sordu. Sonra biraz ötedeki o resim panosunun üzerinde yarım kalmış bir yağlı boya çalışmayı görünce de bu sefer: “Bizim Veysel Baba herhalde ressam olmalı!” şeklinde bir başka soruyu kendi kendisine sordu. Daha sonra evin diğer odalarına yönelen Pancho Mancho, o odaların birinde büyükçe bir masanın üzerinde sıralanmış olan o antika saatleri, o eski paraları görünce bu sefer de kendi kendisine: “Bizim Veysel Baba herhalde antika işiyle uğraşan bir kişi olmalı!” diye sordu. Ve en sonunda da o evde yaşayan kişiyi, yani bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba’yı yakından görüp tanımak için onun o masalımsı yatak odasına yöneldi. Gayet sessiz bir şekilde yatak odasına giren bizim o yaramaz ziyaretçimiz, o süpriz ziyaretçimiz Pancho Mancho orada bulunan, o yatağın içinde öylece uyumakta olan saçı, sakalı epeyce bir ağarmış olan o yaşlı adamı, o yorgun adamı ve o yalnız adamı görünce içinde bir sıcaklık hissetti ve kendi içinden: “Seni çok sevdim Veysel Baba. Artık bundan sonra yanında hep ben var olacağım ve senin o sonu gelmez yalnızlıklarına ben son vereceğim” diye söylendikten sonra, yine geldiği gibi sessiz bir şekilde o evden ayrılarak kendi yuvasına geri döndü.

Güle Güle Sessiz Ayak

Bizim o iyi kalpli Veysel Baba ile o çok sevgili dostu Sessiz Ayak; diğer tilki dostlarını o çiftlik evine bırakıp Londra’ya döndükten sonra yine başbaşa kalmışlardı. Ve o iki sarsılmaz dostluğa artık Goze de eklenmişti. Goze’nin annesinin yanında kalmasına ve diğer kardeşleri gibi o çiftlik evine gitmemesine bir anlam veremeyen Veysel Baba; kendi bilgisi dışında yeni bir şeyler olduğunu sezinlemiş gibiydi. Gerek Sessiz Ayak’tan yana, gerek onun üstlendiği o kutsal görevlerden yana ve gerekse de Goze’nin orada kalmasından yana bazı endişeler, bazı sorular devamlı bir şekilde onun kafasını kurcalayıp durmaktaydı. Kendi bilgisi dışında bir şey olduysa eğer, o sevgili dostu Sessiz Ayak konusunda birileri bir karar verdiyse eğer ve bütün bunlara da kendisi sebep olduysa eğer; asla ve asla kendisini affetmeyecekti. Çünkü böylesi bir durum yaşandıysa eğer ve o Büyük Tilki Konseyi tarafından bir karar verildiyse eğer; işte o zaman bütün bunlara o sebep olmuştu. Ve onun o Kutsal Sandığa dair, o Kıyamet Günü’ne dair o ısrarlı soruları sebep olmuştu.

Veysel Baba böylesi endişeler içinde her gece evinden çıkıp bir başına o sessizliğe bürünen o güzelim Shoreditch Park’ın o Masal Yolu’nda yürüyordu. Bir zamanlar o sevgili tilki dostları sayesinde adeta cıvıl cıvıl bir hale gelmiş olan o Shoreditch Park şimdilerde derin bir sessizliğe bürünmüştü. Ve artık o sır dolu parkta yaşanan o güzel günler, o masal dolu geceler çok gerilerde kalmış gibiydi. O yaşam yorgunu adam, o yalnızlıklarla adeta arkadaş olmuş olan o adam; her gece evinden çıkıp da o Shoreditch Park’ın o Masal Yolu’nda yürürken ne de güzel hayaller kurardı. Ve onu orada bekleyen o güzelim tilki dostları da onun yürüdüğü o ince, uzun yola; Masal Yolu adını koymuşlardı. Ve o Masalcı Dede’nin o yolda yürürken her adım atışında yeni bir masalın ismini kendi aralarında tekrarlayıp durmaktaydılar. Bir yanda Masalcı Dede, bir yanda masallarla örülü olan o Masal Yolu ve bir diğer yandan ise her gece o sır dolu parka gelip de o Masalcı Dede’lerinden en güzel masalları dinlemek isteyen o sevimli mi sevimli, o tatlı mı tatlı tilki yavruları.

Bizim o iyi kalpli Veysel Baba için her gece yarısı evinden çıkıp o Masal Yolu’na yürümek ve orada büyük bir özlem içerisinde kendisini beklemekte olan o güzelim tilki dostlarına yeni masallar anlatmak, onlarla bir güzel sohbet etmek gerçekten de çok güzel bir duyguydu. Fakat o masal dolu günler, bütün o yaşanmışlıklar artık çok gerilerde kalmıştı. Veysel Baba’nın o yorgun bedeni artık iflas etmek üzereydi ve artık böylesine ağır sorumlulukları yerine getirebilmekten çok uzaktı. Ama yine de haftada bir kez de olsa dışarı çıkıyor ve o çok sevgili dostu Sessiz Ayakla ve onun adeta bir bilgi küpü olan o akıllı yavrusu Goze ile görüşmek için o gizem dolu Shoreditch Park’ın yolunu tutuyordu. O görüşmelerde genellikle o eski günler yeniden hatırlanıyor ve o eski anılar yeniden tazeleniyordu. Bu bile şimdilik bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba’ya yetiyordu ve ona yeni bir moral kazandırıyordu.

Veysel Baba; o yalnızlık dolu günlerin, o endişe dolu günlerin ve o uykusuz gecelerin yeniden geri geleceği endişesiyle birlikte o çok sevgili dostu Sessiz Ayağı daha da bir arar oldu. Adam her yalnızlık anında yeniden o eski günlerine geri dönüyordu ve işte o zaman da o işkence dolu günler, o azaplar, o çileler, o kahırlar, o nefretler ve bütün o karanlıklar, mahzenler, hücreler, demir parmaklıklar, prangalar ve o zavallı hali, o yıkılmış hali, o çaresiz hali aklına geliyordu. Ve daha sonra da o soğuk hücrelerde, o beton zemin üzerinde adeta çırılçıplak bir vaziyette iken devamlı bir şekilde kendisine uygulanan o soğuk suyla yapılan işkenceler aklına geldiğinde de; hemen o küçük dağ köyünü hatırlıyordu, o çocukluk günlerini hatırlıyordu, o dere kenarında çamaşır yıkayan o köylü kadınları hatırlıyordu ve orada küçük bir sal taşının üzerinde kendisini yıkamakta olan o güzelim annesini hatırlıyordu. Ve her üşüdüğünde de, her: “Anne, çok üşüyorum.” dediğinde de; o sevgili annesinin hemen oradaki o içi sıcak su dolu kazandan bir tas sıcak su alıp da bir güzel kendisini ısıttığı o anı hatırlıyordu. Fakat o sevgili dostu Sessiz Ayak soğuk bir kış gecesinde o sır dolu Shoreditch Park’ın orta yerinde karşısına çıkmasından sonra; onun o korkuları, o endişeleri ve o sonu gelmez yalnızlıkları artık sona ermişti.

Veysel Baba, o bir takım gizemli güçlerin devreye girmesiyle birlikte ve o iyi kalpli konuşan tilkiyi onun karşısına çıkarmasıyla birlikte artık daha da bir mutlu olmuş ve o sıradan yaşamı artık daha da bir anlam kazanmıştı. Adeta tanrının bir armağanı olan o iyi kalpli Sessiz Ayak her bakımdan bizim o Veysel Baba’nın o yalnızlıklarla dolu yaşamına yepyeni bir heyecan getirmişti, yepyeni bir güzellik katmıştı. Ve böylesi bir güzellik sayesinde de bizim o yalnızlıklar prensi Veysel Baba ve o çok sevgili dostu Sessiz Ayak arasında eşine az rastlanır bir arkadaşlık, bir sırdaşlık ve bir dostluk inşaa edilmişti. Bir insan ile, bir tilki arasında karşılıklı güvene dayanan o dostluk daha sonraki zaman diliminde en mahrem sırların kendi aralarında paylaşılmasına bile yol açmıştı. Ve o sırların bir bir paylaşılmasından sonra da bizim o iyi kalpli Sessiz Ayak en sonunda o Büyük Tilki Konseyi karşısına çıkarılmış ve orada yargılandıktan sonra da bütün yetkileri kendisinden alınarak o sevgili kızı Goze’ye verilmişti.

Böylesi zamanlarda o gerçek dostluklar kolay kolay inşaa edilmiyordu. Ve yine böylesi zamanlarda gerçek bir dost bulmak bulabilmek de öyle sanıldığı gibi pek kolay değildi. Derler ki; gerçek dostlar gökyüzündeki o yıldızlar gibidir. Gece olup da, karanlık çökünce ilk onlar görünürler. Tıpkı bizim Veysel Baba ile o çok sevgili dostu Sessiz Ayak gibi. Çünkü derler ki; bazı geceler o sır ve gizem dolu Shoreditch Park’ın içinden gelip geçenler orada, o sır dolu parkın tam da kalbinde çok farklı ve çok değişik renkte iki ışığın, iki ışık topunun tıpkı gökyüzündeki o yıldızlar gibi öylece parıl parıl yanıp söndüğünü söylerler.

Ve bizim o yalnızlıklar adamı Veysel Baba da gece olup da karanlık çökünce ve gökyüzündeki o yıldızlar yavaş yavaş kendini belli edince; Kinder House adlı o binadaki evinden çıkıp, o Masal Yolu’ndan yürüyerek o sırlarla ve gizemlerle örülü o güzelim Shoreditch Park’ta kendisini beklemekte olan o sevgili dostu Sessiz Ayakla yeniden buluşmaya gidiyordu. Çünkü onlarınki çok sağlam bir dostluktu ve hatta ölümle sonuçlanacak kadar da güvenilir bir dostluktu. Ve o dostluk uğruna bütün sırlar o parkın içinde paylaşılıp açığa dökülmüştü. Ve o dostluk uğruna bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba birçok geceler uykusuz kalmıştı. Ve yine o dostluk uğruna o iyi kalpli Sessiz Ayak adeta kendisini kurban edip tüm yetkilerinden olmuştu.

Dostu Sessiz Ayağa karşı kendisini borçlu hisseden Veysel Baba; ona karşı biraz olsun kendisini affettirebilmek için ve biraz olsun onun gönlünü alabilmek için yeniden o sihirli tükenmeyen kalemi eline aldı ve bütün o tilki dostları adına onlara hitaben destansı bir şiiri kaleme almaya başladı. Veysel Baba, o çok sevgili tilki dostlarına ve o iyi kalpli Sessiz Ayağa karşı beslemiş olduğu o güzelim duygularını, düşüncelerini ve temennilerini elinden geldiğince o kaleme almaya çalıştığı, o şiire yansıtmaya başladı. Ve birkaç günlük uğraştan sonra da bitirdiği o çalışmasını o sevgili dostu Sessiz Ayağa ve onun o küçük prensesi Goze’ye okumak için bir gece yarısı evinden çıkıp o sır dolu parkın yolunu tuttu. İki sevgili dost ile o küçük prenses Goze hep birlikte bir süre dertleşip sohbet ettiler. Ve o sohbetin en koyulaştığı bir anda da bizim Veysel Baba daha henüz yeni bitirmiş olduğu o destansı sayılabilecek şiiri bir güzel okumaya başladı.

Benim Sevgili Tilki Dostlarım!

Çok güzel tilkiler var o yeşil çayırlarda ve kırlarda.

Çok sevimli tilkiler var o sır dolu parklarda ve bahçelerde.

Öylesine endişeli ve öylesine ürkek bakışlarla çevresini gözetleyen,

Ve öylesine sessizce, öylesine belli etmeden dolaşıp duran,

Ve adeta varmış yokmuş gibi o karanlıklara öylece karışan,

Bütün o güzelim tilkilerin en iyi dostudur bizim o Veysel Baba.

Bazen o yemyeşil ormanların içinde öylece dolaşıp duran,

Bazen o asırlık meşe ağaçlarının altında palamut toplayan,

Bazen o çalılıkların ardında bir av için öylece saklanıp duran,

Bazen bütün bir gece hiç yorulmadan av peşinde koşan,

Bütün o sevimli tilkilerin en iyi arkadaşıdır bizim o Veysel Baba.

O kızılımsı parlak tüyleriyle ve o upuzun kuyruklarıyla,

O kurnazlıklarıyla ve pratik zekalılıklarıyla hep var olan,

O sessizlikleriyle ve o küçücük patileriyle bize sürpriz yapan,

O uykusuz gecelerimizin ve o yarım kalan düşlerimizin en büyük mimarı olan,

Ve böylelikle de bize hala yaşadığımızı bir güzel hatırlatan,

O iyi kalpli tilki dostlarımızın en iyi sırdaşıdır bizim o Veysel Baba.

Köyde ve çiftliklerde yaşayan o insanların uykusunu kaçıran,

Her türlü endişenin ve korkunun asıl kaynağı, asıl sebebi gibi görünen,

O korunaklı kümeslerdeki o tavukları, hindileri bir bir aşıran,

O ördekleri, kazları ve hatta tavşanları bir güzel midesine indiren,

Bütün bu yaramazlıkları yaparken de her seferinde bize galip gelen,

O kurnaz mı kurnaz tilki dostlarımızın en iyi yol gösterenidir bizim o Veysel Baba.

Onlarla dost olan ve onlarla bütün sırlarını paylaşan O’dur.

Onlarla arkadaşlık kuran ve onlarla sevgisini paylaşan O’dur.

Onlarla her gece buluşan ve onlara ders veren yineO’dur.

Onlar için uykusuz kalan ve o güzelim düşlerinden vazgeçen O’dur.

Her gece evinden çıkıp o sır dolu parkın yolunu tutanO’dur.

O meşhur Masal Yolu’ndan yürürken hayaller kuranO’dur.

Ve en güzel masallarını o çok sevdiği tilki dostlarına anlatan yineO’dur.

Bizim Veysel Baba bu örnek hareketiyle sanki bize bir şeyler anlatmak ister.

Sanki bu örnek davranışıyla da bizlere bir mesaj vermek ister.

Sanki bizleri yeniden doğaya davet etmek ister ve bize bir güzellik sunmak ister.

Ve sanki bu mesaj içeren örnek davranışıyla bizlere bir hatırlatma yapmak ister.

Ve sanki bizlere o unuttuğumuz birtakım insani değerleri hatırlatmak ister.

Ve sanki doğada özgür bir şekilde yaşamaya çalışan bütün diğer canlıların da bir yaşam hakkı olduğunu en anlaşılır şekliyle gözlerimizin önüne sermek ister.

Ve o, bu örnek davranışıyla yeni bir yaşam sunmaya çalışır tilki dostlarına.

Ve sanki onların soylarını sürdürebilmeleri için bizleri de o zorlu mücadeleye davet etmek ister gibidir.

Ve sanki yarım kalmış bir ödevi, bir görevi tamamlamakister gibidir.

Ve sanki yarım kalmış bir mesajı, bir iletiyi yeniden tekrarlamakister gibidir.

Ve sanki unutulmuş bir güzelliği, bir şaheserliği yeniden bize hatırlatmak ister gibidir.

Ve sanki yarım kalmış bir masalı, bir hikayeyi yeniden kaleme almakister gibidir.

Ve sanki o güzelim doğanın adeta o can çekişmesini bize anlatmakister gibidir.

Ve sanki şu güzelim dünyamızın o imdat çığlıklarını bize duyurmakister gibidir.

Ve sanki o görmeyen gözleri, o duymayan kulakları uyarmakister gibidir.

Ve sanki o güzelim yarınlarımızın daha bugünden esir alındığını bize söylemekister gibidir.

Ve sanki o doğa katillerinden, o hayvan katillerinden hesap sormakister gibidir.

Ve sanki o, bu mesaj yüklü davranışıyla daha her şey bitmedi demek ister gibidir.

Ve sanki o, bu örnek davranışıyla daha yapılacak çok şeyler var demekister gibidir.

Ve sanki, bu gözyaşı yüklü davranışıyla bizi de o mücadeleye davet etmekister gibidir.

Veysel Baba gibi yüreğimizi açamamışız o tilki dostlara.

Onun gibi sevgimizi sunamamışız ve onun gibi sevgimizi göstermemişiz.

O iyi kalplerimize, o sevgi dolu yüreklerimize adeta pranga vurmuşuz.

O güzelim düşüncelerimizi ve fikirlerimizi adeta o karanlık hücrelere hapsetmişiz.

Bütün o insani değerleri bir bir yok edip o kör kuyulara atmışız.

Manevi değerleri unutarak, o paranın peşinde adeta bir ömür harcamışız.

Sevgiyi, dostluğu ve arkadaşlığı yavaş yavaş günlük hayatımızdan çıkarmışız.

Ve onların yerine de maddeye tapınmayı, mala tapınmayı ve servete tapınmayı getirmişiz.

Bir takım ortak paydalarda buluşma yerine kini, öfkeyi ve nefreti egemen kılmışız.

Ve böylelikle de kendi cehennemimizi kendi ellerimizle yaratmışız.

Bütün bu olumsuzluklara karşı yine de orada, o sır dolu parkın tam da kalbinde bizimn o Veysel Baba ile o sevgili tilki dostları arasında sevgiden bir köprü kurulur.

İçinde hayallerin olduğu, düşlerin olduğu ve binbir masalın olduğu bir sevgi köprüsüdür.

Ve bizim Veysel Baba o sevgi köprüsünden geçerken masallarda bir cennet sunar bütün o iyi kalpli tilki dostlarına.

İçinde Yüzbir Gece Masalları’nın olduğu, Binbir Gece Masalları’nın olduğu ve o güzelim Shoreditch Park Masalları’nın olduğu cennetten bir masal diyarıdır orası.

Bu uğurda gecesini gündüzüne katan O’dur.

Kışın o soğuk gecelerinde bile hiç üşenmeden o sır dolu parkın yolunu tutanO’dur.

Bütün bir şehir uykudayken o gizem dolu parkın içinde o tilki dostlarıyla buluşanO’dur.

O sevgili tilki dostlarına tıpkı bir öğretmen gibi ders vermeye çalışanO’dur.

Onların o güzel yavrularına, o sevimli yavrularına en güzel masalları anlatanO’dur.

Hiç bıkmadan, hiç üşenmeden elinden geleni yapmaya çalışan yineO’dur.

O iyi kalpli Veysel Baba sanki bu davranışıyla atalarından kendisine miras kalmış bir borcu, bir günahı ödemek ister gibidir.

Çünkü onlar, o güzelim masallarımızı ve hikayelerimizi süsleseler de,

O kurnazlıklarıyla ve pratik zekalılıklarıyla bize bir ders verseler de,

O günlük yaşantımızın bir yerinde, bir şekilde de olsa yer alsalar da,

Ve bizim o masal kitaplarımızın en vazgeçilmezi olsalar da,

Yine de birkaç tavuk için peşine düştüğümüz onlardır.

Adeta soylarını kurutmak için intikam çığlıkları attığımız,

Ve bu uğurda da her türlü yolu denediğimiz halde bir türlü başarılı olamadığımız bütün o tilkilerin en iyi kurtarıcısıdır bizim Veysel Baba.

Bazen hiç acımadan öldürüp de o güzelim kürklerini evimizin duvarına astığımız,

Bazen onların o güzelim kürklerinden kendimize şapka, çanta ve boyun atkısı yaptığımız,

Bazen onların o parlak kürklerinden kadınlar için en pahalı kürkler yaptığımız,

Bazen onların o göz kamaştırıcı kürklerini yere öylece serip üstünden geçtiğimiz,

Bazen onların o yumuşak kürklerinden yastık yapıp öylece başımızın altına koyduğumuz,

Bazen içlerini doldurup o camekanların ardında öylece sergilediğimiz,

Bazen onları öldürmek için her türlü yolu denediğimiz,

Bazen uğruna çeşitli av partileri düzenlediğimiz,

Bazen insanlıktan çıkıp öldürdüğümüz tilki sayısınca övündüğümüz,

Ve bazen de öldürdüğümüz o tilki sayısı kadar kendi kendimizi madalyalara boğduğumuz,

Bütün o tilki dostların tek sığınağıdır bizim o iyi kalpli Veysel Baba.

Her nedense onun gibi sevememişiz ve onun gibi sevgimizi sunamamışız.

Küçücük bir sevgiyi o güzelim tilki dostlarımızdan her nedense hep esirgemişiz.

Veysel Baba gibi kalbimizi onlara açmayı hiç akla getirmemişiz.

Onlarla dost olmayı, arkadaş olmayı hiç ama hiç denememişiz.

O Veysel Baba gibi, o Masalcı Dede gibi onlara masal anlatmaya çalışmamışız.

Yemeğimizin diğer kalanını onlarla paylaşmak istememişiz.

Kışın o soğuk günlerinde eve kapanarak dışarıda olan bitene adete kulaklarımızı tıkamışız.

Yakın çevremizdeki o parkların kenarlarına biraz yiyecek koymayı her nedense unutmuşuz.

Ve onca yiyeceği, onca yemek artığını hiç düşünmeden öylece çöpe atmışız.

Böylesine önemli bir unutkanlığı veya ihmalkarlığı ne duymak istemişiz, ne de görmek.

Ve daha sonra da hiçbir şey olmamış gibi kendimizi o çılgın yaşamın kollarına atmışız.

İşte bütün bunlardan dolayıdır ki; o bütün sahipsiz tilkilerin ve de sincapların en büyük dostudur, en büyük çığlığıdır bizim o sevgi dolu Veysel Baba.

Sanki o duyurmak ister doğadaki bütün o canlıların sorunlarını.

Ve sanki bu örnek davranışıyla bütün o canlılara daha da güzel bir yaşam armağan etmek ister.

Hiç üzülmeden ve hiç acıma hissi duymadan bir bir avlamışız onları ve o güzel yavrularını.

Sanki içimizde biriktirdiğimiz o kini, o nefreti onlara yönelterek adeta rahata ereceğimizi ve sonsuz bir huzur bulacağımızı düşünmüşüz.

Doğayı ve doğada yaşayan diğer bütün canlıları adeta görmemezlikten gelmişiz.

Ve doğanın tek hakimi olarak da her nedense hep kendimizi görmüşüz.

Bize ve diğer bütün canlılara adeta bir armağan gibi sunulan bu güzelim doğayı elimizden geldiğince mahvetmek için her yolu denemişiz.

Ve bu şekilde de halen üzerinde yaşamaya çalıştığımız o güzelim doğanın dengesini bozarak daha şimdiden o güzelim yarınlarımızı tehlikeye atmışız.

Ve işte o anda, o sır dolu Shoreditch Park’ın içinden çok güzel bir tilki beliriverir.

O parlak tüyleriyle, o sessiz patileriyle ve o upuzun kuyruğuyla bize bir şeyler anlatmak ister.

Ve işte o anda bir ışık beliriverir onun endişeyle karışık o sevgi dolu bakışlarında.

Ve onun o bakışlarındaki sıcaklık ve masumiyet insanı adeta çekiverir öylece içine.

Ve işte o zaman insan o anda kendisini bir bilmecenin hiç çözülemeyen bir parçası gibi görmeye başlar.

Çünkü doğanın kendisi bir şifredir, bir bilmecedir ve hiç çözülemeyen yanları vardır.

Ve yine o endişe dolu bakışların ardından insan kendisini binlerce yıllık bir sorgu tünelinin içinde görmeye başlar.

O güzelim tilkiler, sincaplar ve diğer bütün canlılar aslında bize bir emanettir.

Bazen en sediğimiz hayvanları o güzelim masalların içine iliştirmişiz.

O güzelim çocuklarımızı bazen eğlendirmek için ve bazen de uyutmak için o masal kahramanlarına başvurmuşuz.

Ve bazen de hayatımızı daha da bir renkli kılabilmek için kendimizi o masal kahramanlarına benzetmek istemişiz.

Ve o güzelim tilki dostlarımızı da o en çok sevdiğimiz masalların en baş kahramanı yapmışız.

Ve tıpkı bizim o Veysel Baba gibi bir Sessiz Ayak tiplemesi yaratmışız.

Ve o güzelim tilkiler tıpkı o iyi kalpli Sessiz Ayak gibi sessizce ortaya çıkıverirler.

Sanki varla yok arasında öylece gezinip duruverirler.

Kaçarken bile ürkek ve tedirgindirler.

O anda bile dönüp yavrularını gözetlerler.

Ve kendisinden daha çok yavrularını korumak isterler.

Çünkü onlar en iyi kalpli annelerden biridir, en koruyucu annelerden biridir.

Tıpkı bizim o iyi kalpli Sessiz Ayak’la o yeni yavrusu Goze gibi.

Herhangi bir tehlike anında onların o bağırışı, o seslenişi yürek sızlatıcıdır.

Ve işte o anda o büyük kral Parapanu’ya seslenmek isterler, ona sesini duyurmak isterler.

Çünkü yeryüzündeki bütün tilkilerin tek koruyucu tanrısıdır Lord Parapanu.

Ve o geniş çayırlarda, ovalarda, düzlüklerde, kırlarda, ormanlarda, kaya diplerinde ve çiftlik kenarlarında bir tilki vurulunca; adeta kan damlar o büyük kral Parapanu ve onun o iyi kalpli eşi Prenses Batavine’nin yüreğinden.

Ve işte o anda birkaç damla gözyaşı beliriverir bizim o sevgi dolu Veysel Baba’nın o nemli gözlerinden. Ve o gözyaşları daha sonra onun o yanaklarından süzülerek öylece karışıverir o sır dolu Shoreditch Park’ın o bereketli topraklarına, o sevgi dolu topraklarına...

Ve her ilkbahar gelişinde rengarenk çiçekler açar adeta o gözyaşıyla sulanmış o güzelim topraklarda, o bereketli topraklarda.

Ve sonra oradaki o çalılıkların arasından öylesine güzel ve öylesine parlak tüylere sahip bir tilki beliriverir.

İşte o anda bir büyük heyecan kaplar bütün bir bedenimizi. Acabayla karışık bir soruyu hemen oracıkta kendi kendimize sormaya başlarız ve o tilkinin; bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba’nın kaleme almış olduğu o hikayelerde bahsi geçen o tilkilerden biri olup olmadığını merak etmeye başlarız. Ve o zaman da kendi kendimize derizki: “Acaba bizim Veysel Baba’nın kaleme almış olduğu o sır dolu Shoreditch Park Stories doğru muydu? Ve orada bahsi geçen o Sessiz Ayak, o Parapanu, o Prenses Batavine, o Goze ve o akıllı sincap Pancho Mancho gerçekten varmıydılar, gerçekten yaşamışmıydılar?”

Bizim Veysel Baba’nın çok yoğun bir duygu seli içinde kaleme almış olduğu o mana yüklü şiiiri, o destansı şiiiri çok dikkatli bir şekilde dinlemekte olan o iyi kalpli Sessiz Ayak ile onun o küçük prensi Goze adeta gözyaşı içinde aklmışlardı. Bir insanın, kendileri hakkında böylesine anlamlı, böylesine mana değeri yüksek ve böylesine duygu yüklü bir şiiiri kaleme almadı ve o Shoreditch Park’ın kalbinde bir güzel okuması onlar için büyük bir armağan gibiydi. Anlaşılır olmak ve olduğu gibi kabullenilmek gerçektende çok güzel bir duyguydu. Sessiz ayak böylesine iyi kalpli bir dosta sahip olduğu için çok sevindi. Çünkü böylesi zamanlarda kapısını çalacağı veya yüreğini açacağı bir dost bulmak öyle sanıuldığı gibi pek kolay değildi. Ama o bir takım gizemli güçlerin adeta bir armağanı olan o iyi kalpli dost, o sevgi dolu dost Veysel Baba işte tamda karşısında durmaktaydı.

Sessiz Ayak, o iyi kalpli dostu Veysel Baba’nın o mesaj yüklü sözlerine karşılık birkaç güzel söz de kendisi söyledikten sonra asıl konuya geldi ve o sevgili dostu Veysel Baba’ya şöyle seslendi:

“Sevgili dostum! Öncelikle böylesi güzel sözler için tüm tilki dostlarım adına sana teşekkür etmek istiyorum. Aslında ben bu gece buraya bir veda konuşması yapmak için gelmiştim. Böylesine güzel sözler karşısında şimdi ne söyleyeceğimi, sana nasıl veda edeceğimi şaşırdım. Adeta beni kalbimden vurdun. Fakat şunu da bilmeni isterimki; ben dostun Sessiz Ayak olarak artık o uzun ince yolun sonuna geldim. Ve artık adına ölüm denen o sonsuzluk şerbetini tadacağım o günlerin eşiğine geldim. Şurada birkaç aylık bir ömrüm kaldı. Ve bu birkaç aylık zaman dilimindede tüm bildiklerimi kızım Goze’ye anlatmak zorundayım ve her bakımdan onu böylesine ağır, böylesine kutsal bir göreve en iyi bir şekilde hazırlamak zorundayım.

Sevgili dostum Veysel Baba! Seninle bu sır ve gizem dolu parkta çok güzel günlerimiz oldu, çok güzel anılarımız ve yaşanmışlıklarımız oldu. Seninle birlikte bu parkın kalbinde; sevginin, dostluğun, arkadaşlığın ve yardımlaşma duygusunun en güzelini yaşadık. O günler adeta bir masal gibi, bir rüya gibi gelip geçti. Herşeyi dolu dolu yaşadık ve en güzel anıları, en güzel hatıraları bir bir biriktirdik. Adeta sevgiden bir köprü inşaa ettik. O önyargılardan, o kötü düşüncelerden bir bir kurtularak insanlarla, hayvanlar arasındaki o engelleri bir bir ortadan kaldırmaya çalıştık. Ve bu sayede de karşılıklı olarak bir güven ortamı yaratmaya çalıştık, bir anlayış birlikteliği geliştirmeye çalıştık.

Sevgili dostum Veysel Baba! Artık bu geceden sonra benim buraya gelmem imkansız gibi. Ve artık bundan sonra geri kalan günlerimi o  St. John’s Hoxton  Kilisesi’nin dibindeki o korunaklı yuvamda geçirmek istiyorum. Ve ben orada bir yandan sevgili kızım Goze’ye tüm bildiklerimi öğretirken ve bir yandan da ölüm gününü berklerken; sen de elinden geldiğince kızım Goze’ye sahip çık, onu kolla, onu koru ve onu diğer tehlikelere karşı uyar. Onu tıpkı bir büyükbabası gibi eğit, en doğru bilgileri, en gerekli bilgileri ona aktar. İyi aklpli bir insan olarak tüm sevgini ona sun ve her bakımdan onu dahada bir donanımlı bir hale getir. Unutmaki sen, onun hem Masalcı Dede’sisin hemde isim babasısın.

Ve sen, iyi kalpli bir insan olarak bu sır dolu parkta yaşananları kaleme almak istersen eğer ve geçmişe dair bir şeyler yazmak istersen eğer; işte o zaman bir tilki ile bir adamın o sevgi dolu dostluğundan bahset, onların arasındaki o arkadaşlıktan bahset, o paylaşma duygusundan bahset, o kardeşlikten bahset, o duygu birlikteliğinden bahset, o sevgi birlikteliğinden bahset, o kader ortaklığından bahset, o konuşan tilkiden bahset, o Lord Parapanu’dan bahset, o Prenses Batavine’den bahset, o Büyük Tilki Konseyi’nden bahset, o Kutsal Sandık’tan bahset, o Kıyamet Günü’nden bahset, o St. John’s Hoxton’dan bahset, o sır ve gizem dolu Shoreditch Park’tan bahset, orada yaşananlardan bahset, o masal dolu günlerden bahset, o meşhur Masal Yolu’ndan bahset, geleceğe dair kurmuş olduğumuz o güzelim hayallerimizden bahset, kızım Goze’den bahset, o Veysel Baba Çiftliği’nden bahset, o Emanet Para’dan bahset, kargaya dönüştürülen mafya bozuntusu o adamlardan bahset, o hiç bilinmeyen sırlardan bahset, ihanete uğramış bir damdan bahset, yorgun düşmüş bir adamdan bahset, yalnızlığa terkedilmiş bir adamdan bahset, hala üşüyen bir adamdan bahset, mesaj yüklü bir adamdan bahset,iyi kalpli bir adamdan bahset, sevgiye susamış bir adamdan bahset, gözyaşı yüklü bir adamdan bahset, prangalı bir adamdan bahset, kelepçeye vurulmuşbir adamdan bahset, demir parmaklıklar ardındakibir adamdan bahset, soğuk hücrelerde kaderine terk edilmişbir adamdan bahset, o zifiri karanlıklarda yolunu bulmaya çalışan o adamdan bahset, o kör kuyulara atılmış o adamdan, o işkencelerden geçirilmiş, o zavallı adamdan bahset, o çaresiz adamdan bahset, o çile dolu adamdan bahset, o doğasever adamdan bahset, o hayvansever adamdanbahset, o güzelim düşlerden ve hayallerdenbahset, o cennet krallığından bahset, o doğa katliamlarından bahset, o küresel ısınmadanbahset, o çevre felaketlerindenbahset, o çevre kirliliğinden bahset, o iklim değişikliğinden bahset, o güzelim yarınlarımızın daha şimdiden o aç gözlü birileri tarafından nasıl da esir alındığındanbahset, o açlıklardan ve yoksulluklardanbahset,o küresel soygun düzenindenbahset, o sonu gelmez savaşlardanbahset, soykırımlardan bahset ve o kıyamaeti nasıl da kendi ellerimizle inşaa ettiğimizden bahset. Bahset ki; çevremizi saran o karanlıkları nasıl aydınlığa çevirebileceğimizi ve o güzelim yarınlarımızı daha şimdiden nasıl inşaa edeceğimizi düşünelim. Düşünelim ki; bütün bir insanlık için, bütün bir dünya için ve o dünya üzerinde yaşamaya çalışan diğer bütün canlılar için bir çıkış yolu arayalım. Arayalım ki; o güzel çocuklarımız en güzel düşlerini kurabilsinler, en güzel hayallerine kavuşabilsinler, en güzel oyunlarını oynayabilsinler, en güzel uçurtmalarını uçurabilsinler ve o Masal Yolu’ndan yürüyerek o sır dolu, gizem dolu Shoreditch Park’ın tam da kalbinde o Masalcı Dede’lerinden yürüyerek o sır dolu, gizem dolu Shoreditch Park’ın tam da kalbinde o Masalcı Dede’lerinden en güzel masalları dinleyebilsinler.”

Sevgili dostu Sessiz Ayağın adeta vasiyet niteliği taşıyan o mesaj yüklü ayrılık konuşmasını çok dikkatli bir şekilde dinleyen Veysel Baba; her şeyi bir bir not etti. Bütün bunlara biraz da kendisi sebep olduğu için olsa gerek; o sevgili dostu Sessiz Ayağa karşı bir eziklik, bir suçluluk hissediyordu. Onun, o Kıyamet Günü’ne dair olan o ısrarı en sonunda böylesi hüzün dolu bir ayrılığa yol açmıştı. Ve artık bu gecenin bitiminden itibaren bir daha o çok sevgili dostu Sessiz Ayağı göremeyecekti. Bu acı dolu gerçeğin ışığında o iki dost, o iki arkadaş yanlarında Goze ile birlikte o sır dolu parkın ortasında, sabahın ilk ışıklarına kadar bir güzel sohbet ettiler. Sevgiye dair, dostluğa dair ve ayrılığa dair ve varsa o gece, o gizem dolu Shoreditch Park’ın tam da kalbinde konuştular. Ve sabahın ilk ışıkları yavaş yavaş kendisini belli etmeye başladığında o iki dost, o iki candan arkadaş adeta gözyaşları içinde birbirlerine sarıldılar. Artık o beklenen ayrılık saati gelip çatmıştı ve bizim o iyi kalpli dostumuz Sessiz Ayak yanında o sevgili kızı Goze ile birlikte; o çok sevgili dostu Veysel Baba’ya son bir kez el salladıktan sonra o St.John’s Hoxton Kilisesi’nin dibindeki o iki yüzyıllık yuvasına geri döndü.

Sessiz bir şekilde orada o çalılıkların arasına karışan ve bir anda ortadan kaybolan o iyi kalpli Sessiz Ayağın ardından; bizim o yalnızlıklar adamı Veysel Baba adeta gözyaşları içinde şöyle dedi:

“Güle güle Sessiz Ayak. Güle güle sevgili dostum. Güle güle sessiz patiler. Güle güle gecenin sessizliği. Güle güle gecenin rengi. Güle güle gecenin ışığı. Seni asla unutmayacağım.”

Tilki Dostlara Veda Ederken

Bizim o iyi kalpli Masalcı Dede’nin, o sevimli mi sevimli tilki dostlarına ve onların o çok akıllı yavrularına her gece vermiş olduğu o sıkılaştırılmış eğitim programının ve de o güzelim masalların artık sonuna gelinmişti. Veysel Baba’nın Hundred One Nights Stories adını vermiş olduğu o yoğun program; hem bizim o Masalcı Dede açısından, hem de o sevgili tilki dostları açısından çok verimli geçmişti.

Veysel Baba’nın çeşitli masallarla desteklemiş olduğu o eğitim programının sonunda bütün tilki dostlar her bakımından daha da bir bilgili ve daha da donanımlı hale gelmişlerdi. Büyük kral Parapanu’nun o çok sevgili eşleri Princesses Botavine’nin bütün o güzel istekleri bizim Veysel Baba tarafından bir bir yerine getirilmişti. Ve ayrıca o sır dolu Shoreditch Park’ta verilen o eğitim programı ve orada anlatılan bütün o masallar veya hikayeler; bizim Sessiz Ayağın o toplantı alanına getirmiş olduğu o sihirli Rüzgar Taşı sayesinde de dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan bütün o tilki dostlara da bir güzel ulaşmıştı.

Gerek bizim o iyi kalpli Veysel Baba açısından, gerekse de o çok sevgili tilki dostları açısından; o sır ve gizem dolu Shoreditch Park’ta adeta masal gibi, rüya gibi geceler yaşanmıştı. Bizim Veysel Baba’nın Masalcı Dede olarak anlatmış olduğu o güzelim masalların en sonunda; bizim bütün tilki dostlarımız kendilerini adeta bir masal cennetinin içinde bulmuşlardı. Ve ayrıca bizim tilki dostlarımızın onlarca hikayeye konu olması ve insanların içinde tilki olan hikayeleri üretip de, çok sık dile getirmeleri de bütün tilki dostları çok sevindirmişti. İnsanların için de tilkileri konu edinen hikayeleri bu kadar kaleme almalarının ve o tipteki hikayeleri çok sevmelerinin bir anlamı mutlaka vardı. Ve işte tam da bu noktada bizim Masalcı Dede, bu durumu düşünerek o anlamı elinden geldiğince o sevgili tilki dostlarına anlatmaya çalıştı. O anlatımın içinde kurnazlık vardı, pratik zekalılık vardı, üstün beceri vardı, sessizlik vardı, başa çıkamama vardı, uykusuzluk vardı, önlem vardı, kapan vardı, tuzak vardı, zehirli yiyecek vardı, sabaha kadar silahla beklemek vardı, çiftlik evindeki o hayvanlar vardı, kümesteki tavuklar veya hindiler vardı, güzelim kürkler vardı, topluca tilki avına çıkma vardı ve her şeye rağmen, her türlü önleme rağmen yine de o güzelim tilkilerle başa çıkamama vardı.

Veysel Baba’nın artık Masalcı Dede olarak anlatmış olduğu o masalların sonunda; bütün tilki dostlar çok mutlu bir şekilde yuvalarına dönüyorlardı. Böylesine güzel ve böylesine rüya gibi bir anlatım şekli o sır dolu Shoreditch Park civarında yaşayan bütün tilki dostların üzerinde ve onların o hayal dünyası içinde çok derin izler bırakmıştı. Ve o güzelim Shoreditch Park’ta böylesine anlamlı, böylesine sevgi dolu ve böylesine rüya gibi bir buluşmaya ev sahipliği için çok mutluydu. Çünkü o, bir sürü sırlarla ve gizemlerle donatılmış bir parktı. Ve bundan sonra da kimbilir daha nice sırlara, gizemlere kapısını ardına kadar açacaktı. Örneğin bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba’yı çok soğuk bir kış gecesinde adeta bağrına basan ve onu yeniden hayata döndürmek için hemen o Sessiz Ayağı devreye sokan o vefalı, o sevgi dolu Shoreditch Park değil miydi? Elbette oydu ve onun sayesinde de o konuşan tilki Harşiye’yle bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba bir güzel tanışmışlar ve bu tanışma neticesinde de her iki taraf arasında çok samimi bir dostluğun, bir arkadaşlığın oluşması sağlanmıştı.

Bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba; kendi yakın çevresinde bulamadığı o sevgiyi, o arkadaişlığı,o dostluğu,o cana yakınlığı, o dert ortaklığını, o kader birlikteliğini, o karşılıklı güveni ve o sır paylaşmayı; soğuk bir kış gecesinde o sır dolu, o gizem dolu Shoreditch Park’ın orta yerinde karşılaştığı o konuşan tilkide bulmuştu, o iyi kalpli tilkide bulmuştu. Ve o iyi kalpli tilkinin o cana yakınlığı sayesinde, o özverili dostluğu sayesinde de bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba yeniden hayata bağlanmıştı. Ve yine o sarsılmaz dostluk sayesinde de bizim Veysel Baba’nın adeta sıradanlaşmış olan o tek düze yaşamı da bir anda renklenerek yeni bir boyut, yeni bir derinlik kazanmıştı.

Çok uzun bir zaman önce adeta yıkılmış bir adam olarak veya o yaşam mücadelesini kaybetmiş bir adam olarak; kendisini o yorgun şehrin o rengarenk gece hayatının içine atan o yaşam yorgunu adam için artık herhangi bir kurtuluş yolu yok gibiydi. Adam bütün yalnızlıklarını, bütün o sorunlarını bir nebze olsun unutabilmek için olsa gerek; o gece hayatının içinde kendisini sunulan o içki kadehlerinin ardında adeta bir çıkış yolu arıyordu. O davetkar gece eğlencesi bitip de yorgun bir adam olarak, uykusuz bir adam olarak eve dönen o zavallı adam, o çaresiz adam belki de o asıl gerçekle yüzleşmemek için hemen kendisini yatağa atıyordu. Fakat sabah olup uyandığında ve biraz olsun kendine geldiğinde yaşamın o asıl gerçekleri adeta bir tokat gibi, bir şamar gibi onun o solgun yüzünde kendisini gösteriyor gibiydi. Adam böylesine yalın bir gerçekle yüzleşmemek için ve o bir takım yalanlarla dolu oyunu devam ettirebilmek için kendisini hemen evin dışına atıyordu. Ve daha sonra da her köşe başında öylece davetkar bir şekilde duran o pubların, birahanelerin kapısından içeri girip yine o içki alemine, o sahte dünyasına yeniden geri dönüyordu.

Her gün devam eden o sahte yaşamlar,o esir alınmış yaşamlar artık bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba’da bir yılgınlığa, bir tükenmişliğe yol açmıştı. Ve işte böylesi bir yılgınlık anında veya böylesi bir tükenmişlik anında artık yeter deyip hayatına son vermek istediği bir anda; kaderi onun karşısına o konuşan tilkiyi çıkararak onu adeta yeniden hayata bağlamıştı. O soğuk kış gecesinde o gizem dolu Shoreditch Park’ın tam da kalbinde yaşanan o olayda sanki bir takım gizemli güçler hemen devreye girmişler ve ona: “Dur! Senin için daha o ölüm sırası gelmedi. Çünkü senin daha yapacağın bazı önemli işler var. Ve sana bir takım yeni roller, yeni görevler verme düşüncesindeyiz. Seni çok uzun bir zamandan bu yanadır hep takip ediyoruz. Ne kadar iyi bir insan olduğunu bildiğimiz içindir ki o konuşan tilkiyi sana gönderiyoruz. Onunla kuracağın o dostluk sayesinde de bizlerin vermek istediği o mesajları da yine senin aracılığınla bütün insanlara ulaştırmak istiyoruz.” şeklinde bir mesaj vermek istemişlerdi.

Ve o ilk tanışmadan sonra da gerek bizim Veysel Baba ile, gerekse de o konuşan tilki harşiye arasında karşılıklı güvene dayanan çok sağlam bir dostluk oluşmuştu. Ve o dostluk sayesinde de bizim o yaşam yoksunu Veysel Baba için adeta bir başka alemin kapıları ardına kadar açılmış gibiydi. Böylesine güzel bir duyguyu daha önce hiç yaşamamış bir yorgun adam için artık o yaşam daha da renkli bir hale gelmişti. Her şey ona sanki bir masal gibi, bir armağan gibi sunulmuştu. Adam adeta altın bir tepsi içinde kendisine sunulan böylesine güzel, böylesine anlamlı bir armağanı geri çevirmemek için artık her gece yarısı o sır dolu Shoreditch Park’ın yolunu tutuyordu.

Her gece yarısı yepyeni bir heyecanla evinden çıkıp o gizem dolu parkın yolunu tutan o iyi kalpli adamın o küçük dünyası, o yalnızlıklarla dolu dünyası artık o yeni tilkilerin katılması ile birlikte daha da bir renkli hale gelmişti. Çok kısa bir süre içinde kaynaşan Veysel Baba ile o çok sevgili tilki dostları arasında zamanla çok sağlam bir arkadaşlık oluşmuştu. Ve bizim Veysel Baba, o büyük kral Parapanu’nun kendisine vermiş olduğu o kutsal görev doğrulutusunda da her hafta sonu o sevgili tilki dostlarına genel kültür ağırlıklı bir eğitim programı vermeye çalışıyordu. Veysel Baba’nın büyük bir özenle hazırladığı o eğitim programlarını yukarıdaki o saraylardan bir güzel takip eden o büyük kral Parapanu ile o çok sevgili eşleri prenses Batavine’de daha bir mutlu oluyorlardı. Ve böylesine önemli bir görev için bizim Veysel Baba’yı seçtikleri ayrı bir mutluluk duyuyorlardı.

O sır ve gizem dolu Shoreditch Park’ta Veysel Baba ile o çok sevgili tilki dostları arasında geçen o güzel günlerin ardından ve o  masalımsı gülerin ardından bazı tilki dostlar da bir takım sağlık sorunları ortaya çıkınca; bizim Veysel Baba da böylesine bir sağlık sorununun, bir takım hazır gıdalardan veya organik olmayan yiyeceklerden olduğunu düşünerek hemen harekete geçmiş ve Londra dışında bir çiftlik evi satın almıştı. Artın bütün o tilki dostlarının günlük yiyecekleri, içecekleri ve hatta sütleri Londra dışındaki o Veysel Baba Çiftliği’nden gelmekteydi. En doğal ortamda yetiştirilen o tavuklar, hindiler, ördekler ve kazlar artık en sağlıklı bir şekilde o Shoreditch Park civarında yaşamaya çalışan o tilki kardeşlere bir güzel ikram ediliyordu.

Daha sonraki günlerde gerek bizim o konuşan tilkimiz Sessiz Ayak, gerekse de diğer bütün dişi tilkilerin hamile olduklarını söylemeleri ile birlikte olay daha farklı bir boyut kazanmıştı. Ve artık o Shoreditch Park toplantılarına katılan o tilki dostlara yeni yeni üyeler katılmak üzereydi. Veysel baba böylesine müjdeli bir haber karşısında bir yandan sevinirken, bir yandan da onları nasıl besleyeceğini düşünmeye başlamıştı. Her dişi tilki ortalama dört, beş adet yavru doğurmaktaydı. Böylesine kalabalık bir nüfusu gerek beslemek, gerek onları kontrol altında tutabilmek ve gerekse de bütün o eğitim programlarını hiç aksatmadan devam ettirebilmek ilk bakışta bizim Veysel Baba’yı biraz ürkütse de; sonraki zaman diliminde her şey birer birer çözülmüştü. İlk önce o gelişleri büyük bir sabırsızlıkla beklenen o yeni yavrular dünyaya geldi. Ve aradan birkaç hafta geçtikten sonra da gözleri açılan o yeni tilki yavruları, anneleri tarafından o sır dolu parka getirilerek; orada onları büyük bir sabırsızlık içinde beklemekte olan o iyi kalpli Veysel Baba’ya birer birer tanıtıldılar. O geceki tanıtım toplantısına bizim o konuşan tilki Sessiz Ayak da daha üç hafta kadar önce doğurduğu o yeni beş yavrusu ile birlikte katılmıştı. Ve bizim Veysel Baba da o ilk tanışma toplantısında, o çok sevgili dostu Sessiz Ayağın o güzelim yavrularının isim babası olmuştu.

Aileye yeni bireylerin katılması ile birlikte o güzelim Shoreditch Park artık daha da bir şenlenmiş ve daha da bir cıvıl cıvıl hale gelmişti. Ve bütün o güzelliklere Londra dışındaki o çiftlik evinden her şeyin üç ay içinde tamamlanıp, hazır bir hale geleceği haberi de eklenince her şey daha da bir güzelleşmişti. Böylesine müjdeli bir haberi alan Veysel Baba da hemen önlemini almış ve her hafta sonu o tilki kardeşlerine vermiş olduğu o eğitim programını da daha da bir sıklaştırarak artık her güne almıştı. Her gece o sıkılaştırılmış eğitim programlarına katılan bütün tilki dostlar önce yemeklerini bir güzel yiyorlardı, sonra biraz sohbet ediyorlardı, daha sonra da bizim Veysel Baba o gece için hazırlamış olduğu o dersi bir güzel anlatıyordu. Ve en sonunda da kendisini bir güzel dinleyen o sevimli mi sevimli, o tatlı mı tatlı tilki yavrularına bir Masalcı Dede olarak en güzel hikayelerden birkaçını birden arka arkaya anlatıyordu.

Bizim o yalnızlıklar adamı Veysel Baba açısından onlarca tilki yavrusuna ders anlatmak ve hem de masal anlatmak çok güzel bir duyguydu. Ve o meraklı mı meraklı tilki yavrularının da büyük bir dikkatle kendisini dinlemeleri ise apayrı bir güzellikteydi. Ve ayrıca her masal bitiminde de o güzelim tilki yavrularının hep bir ağızdan tempo tutarak yeni bir masal daha istemeleri ise ona tarifi imkansız duygular yaşatmaktaydı. Bütün bir yaşamı boyunca o sonu gelmez yalnızlıklarla evli olan bu kader yorgunu adam oysa ki bir zamanlar evlenmeyi ve çocuk sahibi olmayı ne de çok istemişti. Ve onlardan doğacak olan o torunlarını dizine oturtup içinde biriktirmiş olduğu o güzelim masalları bir bir onlara anlatmayı da ne de çok arzu etmişti.

Ama olmamıştı işte ve bir takım istenmeyen olaylar veya gelişmeler onun o güzelim hayallerine de en büyük darbeyi vurmuştu işte. Fakat o yalnızlıklarla evli olan o kadersiz adamın o yarım kalmış hayalleri veya özlemleri artık o yeni tilki yavruları ile birlikte yeniden yeşerip hayat bulmuştu işte. Çünkü bir zamanlar o yalnızlıklarla dost olan o yaşam yorgunu adam; şimdilerde onlarca tilki yavrusunun adeta bir büyük babası gibiydi, bir Masalcı Dede’si gibiydi. Bizim Veysel Baba artık masalcı bir dede olarak sahneye çıktığı o ilk geceden itibaren; o sevimli mi sevimli o tatlı mı tatlı tilki yavrularına anlatmış olduğu o masallara veya hikayelere Yüzbir Gece Masalları (Hundred One Night Stories) ismini vermişti. Ve özellikle de tilkileri konu edinen o masalları en başa alarak bir anlamda da insanların o sevgili tilki dostlarımız hakkındaki o düşüncelerini, o fikirlerini veya onlara karşı olan o bakışlarını da en anlaşılır bir şekilde o sevimli tilki yavrularına anlatmak istiyordu.

O güzel günler hem Veysel Baba açısından ve hem de o çok sevgili tilki dostlar açısından adeta bir masal gibi geçmişti. Bütün bir şehir her gece en derin uykusunda iken ve o güzelim çocuklar en güzel rüyalarını görür iken; bizim o Veysel Baba ile o sevgili tilki dostları arasında o sır ve gizem dolu Shoreditch Park’ta adeta masalımsı günler ve geceler yaşanmaktaydı. O Görünmezlik Taşı sayesinde hiç kimse her gece yarısından sonra orada, o sır dolu parkın ortasında ne olup bittiğininden haberi olmuyordu. Bazen o saatte oradan gelip geçen insanlar biraz ötede bir adamla, onlarca tilkinin hep bir arada öylece sohbet ettiklerini ve hatta gülüp eğlendiklerini dahi göremiyorlardı. Yüzünde o sihirli tilki maskesiyle bir adam, çevresine topladığı o tilkilerle bir şeyler anlatıp duruyordu. Ama artık o güzel günler, o masalımsı geceler yavaş yavaş sona ermek üzereydi. Çünkü Londra dışındaki o çiftlik evine taşınma zamanı artık gelmişti. Sözün kısası; o sır ve gizem dolu Shoreditch Park’ta yaşanan o masalımsı günlerin artık sonuna yaklaşılmıştı.

Veysel Baba’nın büyük bir özveri ve fedakarlıkla hazırlandığı o yüz bir günlük yoğun eğitim programı artık tamamlanmıştı. Ve sözkonusu o eğitim programına katılan bütün tilki dostlarımız da her bakımdan daha da bir donanımlı hale gelmişlerdi. Artık Veysel Baba olmadan da o Londra dışındaki çiftlik evinde yaşayabilirlerdi. Böylesi bir ayrılık sürecinin iyice yaklaştığını farkeden bizim o konuşan tilkimiz Sessiz Ayağı çok derin bir hüzün kaplamıştı. Böylesi bir ayrılık sonucunda tek başına kalacağını düşünen Sessiz Ayak hemen kendince bir çare bulmaya çalıştı. Çünkü o, daha birkaç aylık olan o güzelim yavrularından hiç ayrılmak istemiyordu. Bütün yavruları ve bütün tilki kardeşleri Londra dışındaki o çiftlik evine taşındıktan sonra; o burada tek başına kalacaktı ve o sevgili dostu Veysel Baba gibi adeta yalnızlıklara gömülecekti. Böylesi bir sonu asla kabul etmek istemeyen Sessiz Ayak hemen o Kutsal Sandığa dair diğer bildiklerini de o sevgili dostu Veysel Baba’ya anlatmaya karar verdi. Özellikle de o Kıyamet Günü’ne dair bütün bildiklerini ve o Kıyamet Taşı’nın üzerindeki o çarpı benzeri işaretlerin kaç adet olduklarını o sevgili dostu Veysel Baba’ya anlatırsa eğer; işte o zaman o Büyük Tilki Konseyi tarafından yeniden yargılanabilirdi. Ve belki de bu sayede kendisine verilmiş olan o Kutsal Sandığı koruma görevi ve o ölümsüzlük nişanı böylelikle elinden alınarak o kızlardan birine verilebilirdi.

Ve artık çok yorulduğunu düşünen Sessiz Ayak bütün o düşündüklerini bir bir devreye sokarak o Kutsal Sandığa dair sırların hepsini de bir gece toplantısından sonra o sevgili dostu Veysel Baba’ya anlattı. Onun o gecede, o Kıyamet Günü’ne dair anlattıkları ve özellikle de o Kıyamet Günü’nün gerçekleşeceği o tarih ile ilgili vermiş olduğu o bilgiler; arasında bir insanoğluyla paylaşılmaması gereken çok önemli ve bir o kadar da çok tehlikeli bilgilerdi. Sessiz Ayağın o gece vermiş olduğu o tehlikeli bilgiler sayesinde bizim o yalnızlıklar adamı Veysel Baba; artık o birçok dini kitapta da belirtilmiş olan o kıyametin ne zaman kopacağına dair en kesin bilgiyi böylelikle elde etmişti. Fakat onun o anlamsız ısrarı yüzünden belki de o çok sevgili dostu Sessiz Ayak çok yakın bir zaman dilimi içerisinde o Büyük Tilki Konseyi karşısına çıkacak ve orada yargılanarak tüm yetkileri elinden alınacaktı.

Ve öyle de oldu. İki yüz sene kadar önce o Kutsal Sandığı korumakla görevlendirilmiş olan Sessiz Ayağın bazı önemli kuralları çiğnediğini öğrenen Lord Parapnu; artık daha fazla o sevgili dostu Harşiye’yi korumamaya karar verdi ve hemen onu, o Büyük Tilki Konseyi’ne şikayet etti. Yargılama günü gelip çattığında bizim o iyi kalpli dostumu Sessiz Ayak ile o daha henüz dört aylık olan kızlarıGoze, Hengure ve Savile de o yargılamaya katılmak zorunda kalmışlardı. Çünkü o günkü yargılama neticesinde bütün görevleri elinden alınacak olan o doğurganlık kraliçesi Sessiz Ayağın yerine geçecek olan o prensesin de seçilmesi gerekiyordu. O duruşmada bizim Sessiz Ayak kendisini hiç savunmadı, sorulara cevap vermedi, sessizce verilecek olan o kararı bekledi. Onun kendisini savunmak istemediğini farkeden Büyük Tilki Konseyi de en sonunda ona vermiş oldukları bütün o görevleri ve o ölümsüzlük nişanını ondan olarak kızı Goze’ye verdiler. Ve artık o da tıpkı diğer tilkiler gibi ölümlü olacaktı ve adına ölüm denilen o şerbetten tadacaktı. O Büyük Tilki Konseyi tüm bildiklerini kızı Goze’ye anlatması için ve onu böylesine önemli bir göreve hazırlaması için; bizim o iyi kalpli dostumuz Sessiz Ayağa birkaç aylık daha bir yaşam süresi verdiler. O çok sevgili kızı Goze’nin artık kendi yerine seçilmesine çok sevinen Sessiz Ayak diğer iki kızını da alarak o St.John’s Hoxton Kilisesi’nin duvar dibindeki o yuvasına geri döndü.

Bütün bu gelişmelerden herhangi bir haberi olmayan bizim Veysel Baba ise; birkaç gün sonraki o çiftlik evine taşınma hazırlıklarıyla meşguldü. O kadar tilkiyi nasıl ve ne şekilde o sır dolu Shoreditch Park’tan alıp, Londra dışındaki o Veysel Baba Çiftliği’ne taşıyabilirdi. En sonunda iki katlı bir otobüs kiralandı ve bir Pazar sabahı çok erken bir saatte hem Veysel Baba, hem o sevgili dostu Sessiz Ayak ve hem de diğer bütün tilki dostlar adeta neşe içinde o iki katlı otobüse binerek Londra dışındaki o çiftlik evine bir güzel hareket ettiler. Yolda hep birlikte şarkılar söylediler, o küçük patileriyle tempo tuttular ve dışarıdaki o ormanlara bakıp bazı hayaller bile kurdular. Artık o Londra’nın, o dayanılmaz gürültüsünden ve o çöplüklerden beslenme derdinden kurtulmuşlardı. Ve artık bundan böyle o güzelim doğa içinde en temiz havayı teneffüs edecekler ve en doğal, en organik yiyecekleri herhangi bir korkuya kapılmadan bir güzel yiyebileceklerdi. Kışın o soğuk günlerin de gecelerin de o sıracık yuvalarından dışarı çıkıp bir takım korkular altında yiyecek derdine düşmeyeceklerdi.

Bizim o iyi kalpli dostumuz Veysel Baba da böylesine anlamlı bir görevi yerine getirdiği için çok ama çok mutluydu. Neden mutlu olmasındı ki; artık o sevimli tilki dostlarının da bir çiftlik evi vardı. Önce hayal etmişlerdi ve daha sonra da o hayali gerçeğe dönüştürmüşlerdi. Artık sevinçlerin en güzeli, mutlulukların en güzeli o çiftlik evinde yaşanacaktı. Orada, o çiftlik evinde gökkuşağının tüm renkleri hep bir arada bulunacak ve binbir renkteki bir sevgi çiçeğine dönüşecekti. Ve artık tüm tilki kardeşler için korkudan uzak, ölümden uzak ve geleceğe dair bütün o endişelerden uzak bir masalımsı yaşam sonsuza değin onları bir güzel kucaklayacaktı. Tilki kardeşler bütün bu güzellikleri kendilerine sağladığı için o Veysel Babalarına bir güzel teşekkür ettiler.

Veysel Baba ilk önce o tilki dostlarına, o çiftlik evini gezdirdi ve orada çalışan görevlileri bir bir onlara tanıttı. Toplam altı görevlinin çalıştığı o çiftlik evi çok geniş bir alana sahipti. Etrafı tamamen ormanlarla kaplı olan o çiftlik evinde en doğal yöntemlerle beslenen ve en organik gıdalarla desteklenip büyütülen binlerce tavuk, hindi, ördek, kaz ve hatta tavşan bulunmaktaydı. Ve ayrıca o çiftlik evinde on beş adet kadar da inek bulunmaktaydı. Çiftlik evinin kendi kendisine yetebilmesi için ve giderlerinin karşılanabilmesi için onların hem o yumurtalarına ihtiyaç vardı, hem de o ineklerin sütüne ihtiyaç vardı.

Herkes o gün akşama kadar o çiftlik evinde bir güzel gezip, eğlendi. Ve özellikle de o daha henüz 4-5 aylık olan o sevimli mi sevimli tilki yavruları adeta neşe içinde oradan oraya koşup durdular, oyunlar oynadılar. Ve akşam olup da ayrılık vakti gelip çattığında bizim Veysel Baba o çok sevgili tilki dostlarına bir veda konuşması yaptı. Ve o sevgili tilki dostlarına veda ederken de; gerek o çiftlik evine dair, gerekse de oradaki yaşama dair bazı kurallardan bahsetti. Örneğin o çiftlik sınırlarının dışına çıkmamaları gerektiğinden, başka çiftlik sınırlarını ihlal etmemeleri gerektiğinden ve o eski alışkanlıklarına geri dönüp de o çiftliğe ait olan o kümeslerden asla tavuk çalmamaları gerektiğinden bahsetti. Ve ayrıca onlara; o tuzaklardan, o kapanlardan ve ağaç dallarına asılan o zehirli yemlerden veya yiyeceklerden bahsetti. Ve en sonunda da insanlar tarafından düzenlenen o av partilerinden bahsetti, o tüfeklerden bahsetti ve onlardan çıkan o mermilerden, o saçmalardan bahsetti. Çiftliğin dört bir yanının kameralarla takip edildiğini ve belirlenen o kuralların dışına çıkan ve çiftliğe zarar veren her kim olursa olsun mutlaka cezalandırılacağını söyleyen Veysel Baba; artık daha bir huzurluydu ve daha bir mutluydu. Her şey yerine getirilmiş ve tüm uyarılar bir bir yapılmıştı.

Ayrılık vakti gelip çattığında o sevgili tilki dostlarının büyük bir üzüntü içinde olduklarını farkeden Veysel Baba biraz olsun onların o üzüntüsünü yatıştırmak için ve biraz olsun onları teselli edebilmek için: “Ne kadar üzüntü içersiinde olduğunuzu görebiliyorum. Bugün siz sevgili tilki dostlarıma veda ederken, inanın ki ben de derin bir üzüntü içerisindeyim. Ama artık yaşlandım, eski gücüm kuvvetim yok. Bu yaşlı halimle, bu yorgun bedenimle her gece o sır dolu parkın yolunu tutmak ve orada büyük bir sabırsızlıkla benim yolumu gözleyen siz sevgili tilki dostlarıma ders vermek, masal anlatmak ve onca yiyeceği oraya taşımak artık bana çok zor gelmekteydi. Fakat ben yine de 4-5 haftada bir buraya gelip siz sevgili tilki dostlarımı bir güzel ziyaret edeceğim ve yeni ezberlediğim en güzel masallardan birkaç tanesini size anlatacağım. Şimdilik hoşçakalın.” dedikten sonra adeta gözyaşları içerisinde o ve o çok sevgili dostu Sessiz Ayak ile birlikte o Yağmur Yüklü Şehirlerine geri döndüler.