Sabırla Gelen Asıl Mutluluk

Bir insan belli bir aşamadan sonra veya belli bir yaştan sonra kendi içine dönmeye karar verirse, inzivaya çekilmek isterse veya manevi bir arınma sürecine girmek isterse; işte o noktada ona gerekli olacak tek şey sabırdır, metanettir ve beklemeyi bilmektir.Biz bütün insanlarda akıl vardır, fikir vardır, öngörü vardır, tahlil edebilme becerisi veya yetisi vardır, sezgi vardır, hatalardan ve yanlışlardan ders çıkarma vardır, iyi olanı ve güzel olanı arama vardır, doğru olanı arayıp bulma vardır, adalet arayışı vardır, hak ve hukuk arayışı vardır, eşit paylaşım arayışı vardır, yardımseverlik vardır, fedakarlık vardır, vicdan muhasebesi vardır, özeleştiri vardır, eleştiriye açık olma vardır, geçmişi sorgulama vardır, her türlü düşünceye saygı vardır, ırk ayrımına karşı çıkma vardır, din ve mezhep ayrımına karşı çıkma vardır, sınıf ayrımına karşı çıkma vardır, cinsiyet ayrımına karşı çıkma vardır ve düşünce ayrımına karşı çıkma vardır.

Fakat bütün bu özelliklerin yanında veya bütün bu insani değerlerin yanında; bir de biz insanoğlunda sabırsızlık diye birşey vardır, acelecilik diye birşey vardır, tahammülsüzlük diye birşey vardır, kıskançlık diye birşey vardır, çekememezlik diye birşey vardır, ayak kaydırma diye birşey vardır, bencillik diye birşey vardır, doyumsuzluk diye birşey vardır, rekabet diye birşey vardır, mala tapma veya paraya tapma diye birşey vardır, hep benim olsun ve herşey bende toplansın diye birşey vardır dünyayı ele geçirme ve tek bir merkezden yönetme diye birşey vardır ve hiç ölmeyecekmiş gibi bütün bir dünyayı ateşe salan ve en büyük günahları işlemekten hiç çekinmeyen bir şeytani düşünce vardır.

O güzel insan, o değerli insan Epiktetos derki:

“Ölüm var, o halde neden başkalarının hakkını yersin?

Ölüm var, o halde neden efendilik havalarına girersin?

Ölüm var, o halde neden hakkıyla idare etmezsin?

Ölüm var, o halde neden ilahlık taslar, despotluk yaparsın?”

“Kader eninde sonunda şöyle veya böyle günahlarımızın bedelini önümüze koyar. Görünen ya da görünmeyen zaman içinde herkes günahlarının bedelini öder. Ektiğini biçer.”

“Herkes günahlarının bedelini ödeyecektir, ektiğini biçecektir.Bunu çok iyi bilen adam hiçkimseye kızmaz, gücenmez, kimseyi aşalığamaz, hor görmez,kimseyi haksız yere itham etmez, kimseden nefret etmez, kimseye kin tutmaz.

Bunu bilen adam karşılaştığı aksiliklere şaşmaz. Önüne çıkan maddi-manevi engellerin kendi günahlarından başka birşey olmadığını çok iyi bilir.”

Bencilliğin, hırsız, tutkunun,rekabetin,aceleciliğin,tahammülsüzlüğün,doyumsuzluğun,kıskançlığın ve benmerkezci düşüncenin insanı nasılda bir günah abidesine dönüştürdüğünü ve nasılda sabırsız bir hale getirdiğini bütün o insanlık tarihi çok iyi bilir ve çok iyi yazar. Yazay yazmasına da; kimi insanlar bundan bir ders çıkarmayı bilmezler, bilmek istemezler veya işlerine öyle gelir. Böylesi bir düşüncenin temelinde kolaycılık vardır, acelecilik vardır ve insanın o sonu gelmez hırslarına, tutkularına esir olma vardır. Halbuki sabretmeyi bilmek veya o anın gelmesini sabırla beklemek ne de güzel bir davranış şeklidir, ne de onurlu bir karekettir ve ne de insanı yücelten bir yaklaşım biçimidir. William Shakespeare: “Sabrı olmayanlar, ne kadar fakirdirler.” Derken; sabrın bir insan için en büyük zenginlik olduğunu ifade etmek ister. Leo Tolstoy ise: “Sabır ve zaman; işte benim bahadır askerlerim.” Derken; sabır ve zamanın ne kadar da birbirlerine bağlı kavramlar olduğunu ve birbirlerini ne de güzel tamamladıklarını bize anlatmak ister. Ve devamında da şunu ifade eder: “Sabır ve zamandan kuvvetli birşey yoktur. Çünkü herşeyi bunlar yapar.”

O güzel insan Pablo Neruda ise: “ Yanlızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına” derken; asıl mutluluğa giden o yolun sabırdan geçtiğini anlatmak ister.Vauvenarques ise: “Sabır, umut etme sanatıdır” derken; ona sanatsal bir boyut ekler. Franz Kafka ise olaya daha farklı bir açıdan yaklaşarak şöyle der: “ İnsanın belli başlı iki günahı vardır; öbürleri bunlardan çıkar: Sabırsızlık ve tembellik. İnsan sabırsız olduğu için cennetten kovuldu, tembelliğinden geri dönemiyor.” Saint Augustinus ise :”Sabır, bilgeliğin arkadaşıdır” derken; ancak bilge insanların gerekli sabrı gösterebileceklerini anlatmak ister veya sabrın insanı yavaş yavaş olgunlaştırarak o bilgeliğin kapısına kadar taşıdığını anlatmak ister.

Valter Eliot ise: “Sebat, uzun ve tek bir yarış değildir; birbiri ardına yapılan pek çok kısa yarışlardan oluşur” derken; sebat etmenin veya sabırla beklemenin aslında bir çok kısa yarışın toplamı olduğunu ifade etmek ister. James Howel ise: “Sabır, her bahçede yetişmeyen bir çiçektir” derken; sabrın her insanda bulunmadığunu anlatmak ister. Lafontaıne ise: “Sabır ve zaman, şiddet ve öfkenin yapabileceğinden daha fazla iş başarır” derken; asıl başarıların adresini sabır ve zaman olarak görür. Lao Tzu ise sabır konusunda şöyle der: “Yaptığın işte sabırlı olursan; her ne iş yaparsan yap tamamlarsın.” Helen Keller ise: “Dünyada sadece sevinç olsaydı, cesur ve sabırlı olmayı asla beceremezdik” derken; sevinç ve mutlulukların her zaman insandaki o gizli hazinelerin önüne bir set çekebileceğini bir güzel anlatmak ister. Bu konuda Susanna Tamaro ise şöyle der: “Sabır, acelenin panzehiridir.” Isaac Newton ise: “Bir hizmette bulundu isem, bu çalışmaktan ve sabırla düşünmekten başka birşey değildir.” Friedrich Schiller ise: “Büyük başarıların sahipleri, küçük işleri titizlikle yapabilme sabrını gösteren kişilerdir” derken; olayı ne güzelde anlatır ve ne güzelde ifade eder.

Ve bu konuda diğer bütün güzel insanlar da, bütün o yol göstericiler de şöyle der:

Franklin P. Jones: “Ne kadar sabırlı olduğunuzu, çocuklardan öğrenebilirsiniz.”

Stanislaw J. Lee: “Sabrı öğrenmek de,sabır işidir.”

Bhartrihari: “Sabır bir zırh, öfke ise düşmanların an azılısı.”

Buffon: “Deha sabırdır, sabır ise acı bit bitkidir; fakat meyvesi tatlıdır.”

Leigh Hunt: “Sabırla nezaket birleşince, güç doğar.”

François Rene de Chateaubriand: “Katlanmasını bilen için, hiçbir acı önemli değildir.”

Alexis Carrel: “Kendine bağlı kal ve sabret, hiç taklit etme. Sana huzuru senden başkası veremez.”

Bernard De Saint Pierre: “Sabır, erdemin cesaretidir.”

Benjamin Disraeli: “Beklemeyi bilen insan, her şeti elde edebilir.”

John Baptiste Moliere: “Geç yetişen ağaçlar, en iyi yemiş verenlerdir.”

Andre Gide: “İlk erdem, sabırdır.”

  1. J. Rousseau: “Sabır acıdır, ama meyvesi tatlıdır.”

Edmund Burke: “Sabrımız gücümüzden daha çok şey başarır.”

Nessac: “Sabır, er kişilerin ahlakıdır.”

Plautus: “Sabrın sırrı; beklerken başka bir işle meşgul olmaktır.”

Mack Ginnis: “Sabırsız kişi, iki kez bekler.”

Ali ibn Abu Talip: “Bana beni sorarsan, ben zamanın bütün olaylarına sabırla direnirim.”

Mawlana Jalaluddin-i Rumi: “Sabır önceleri zehirdir, huy edersen bal olur.”

“Bütün güzel şeyler sabırdan sonra gelir.”

“Çıkacağım makama sabrı merdiven yaparım.”

“Sabırlı kuş, bütün kuşlardan daha iyi uçar.”

“Acele, birçok işi bozar; dilediğin şeyi yavaş yavaş fakat sağlam bir şekilde yapmalısın.Unutma ki Allah insanı yavaş yavaş tam kırk yılda olgunlaştırır.”

“Çalınan her kapı hemen açılsaydı; ümidin,sabrın ve isteğin derecesi anlaşılmazdı.”

“Maksada sabırla erişilir, aceleyle değil! Sabret, doğrusunu Allah daha iyi bilir.”

“Sabret ki herşey hissettiğin kadar derin ve sonsuz olsun. Sabret ki herşey gönlünce olsun.”

“Herşey üstüne gelip, seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde, sakın vazgeçme! Çünkü orası kaderinin değişeceği noktadır.”

O gönüller sultanı Hz. Mawlana, bu en son sözüyle sanki benim şu an içinde bulunduğum o durumu tarif etmekte ve sanki bana seslenmekte. Herşey öylesine üstüme geldiki ve öylenise beni yorup vazgeçirecek bir noktaya getirdiki; artık herşeyden vazgeçip tamamen teslim olmak üzereydim. Ve bu karamsar düşünceyle birlikte bir parkta ölüm uykusuna yatmaya karar verdim. Fakat o soğuk kış gecesinde nereden geldiğini bilmediğim bir tilki tarafından kurtarılıp hastahaneye kaldırıldıktan sonra; kendi kendimi biz özeleştiri sürecinden geçirmeye karar verdim. Çünkü o an, benim kaderimin değiştiği noktaydı ve artık yaşamıma yeni bir yön vermem gerekiyordu. Ve ilk önce manevi bir doyuma erişmek için ve yaşamın asıl anlamını kavrayabilmek için tüm o eski alışkanlıklarımdan bir bir kurtulmaya çalıştım. Ve bunu başarabilmek için de eve kapandım, inzivayi bir yaşam sürdürmeye karar verdim. Bu noktada bana gerekli olan tek şey ise sabırdı, sabretmekti ve beklemesini bilmekti.

Acılara, üzüntülere, kederlere sabretmek gerekir. Çünkü onlar insanı kahretmek için değil; sınamak için, terbiye etmek için ve manevi bir doyuma ulaştırmak için gelirler. Hiçbir acı ebediyen değildir ve hiçbi acı sonsuz kalmayacaktır. Böylesi anlarda ümidini kaybedip yanlış yollara sapmak ve kolay olanı, basit olanı, ucuz olanı tercih etmekte biz insanlara göre değildir. Çünkü her gecenin sonunda bir aydınlık vardır ve her aydınlığın sonunda da mutlaka bir kurtulış saklıdır, bir mutluluk saklıdır. Yeterki böylesi zor anlarda bize en çok gerekli olan o sabrı, o metaneti en iyi şekilde gösterebilelim. Ve bu noktada bir örneklemeye gidecek olursak eğer; birçok dini kitapta ve inanç yapılanmasında Hz. Ayyub’un (Job, Iyyov,Iyyab,Eyüp) sabrından bahsedilir ve onun sabrının sınanmasından bahsedilir. Ve bu olayı kısa bir hikaye biçiminde buraya almak istersek eğer ve bundan bir ders çıkarmaya çalışırsak eğer; hikaye veya olay şöyle geçer:

Hz. Ayyub’un Sabrı

Hz Ayyub’un tıkır tıkır giden işleri ilk kez hayvanlarının peş peşe hastalanmaya başlamasıyla bozuldu. Ve çok kısa bir süre içinde de o koca sürüden sıska bir inek, kara bir keçi kaldı. Hz. Ayyub’un bütün hayvanları telef oldu.İnsanlar Ayyub’un bu duruma ne diyeceğini meral ediyor; ağzını yoklayarak:

“-Nedir bu başına gelenler? “diyerek ah vah ediyorlardı.Ayyub peygamber ise o yüksek ahlakından ödün vermekszin onlara:

“-Allah verdi; Allah aldı.Herşey O’nun değilmi?” diye cevap veriyordu.

Ayyub peygamber sürüdeki bütün hayvanlarını kaybetti, ama sabrını ve metanetini hiç kaybetmedi. Derler dertler ve belalar geldiğinde arka arkaya gelirmiş, aile ve akrabalarıyla birlikte gelirmiş! Ayyub peygamber bir gün dışarıda başka bir işle meşgul iken çok acı bir haber daha aldı.Ani bir deprem sonucu evi yıkılmış ve bütün çocukları göçük altında kalmıştı.O yıkıntıdan tek sağ kurtulan ise yalnızca karısıydı.Ayyub peygamberin gözleri evlat acısından adeta kanlı yaşlarla doldu; ama o yine “sabır” dedi.

Ayyub peygamber çocuklarını kaybetti, ama sabrını ve metanetini hiç kaybetmedi. Belalar henüz bitmemişti.Hz. Ayyub’un vücudunda yaralar çıkmaya başladı.Küçük küçük çıbanlar, gün geçtikçe büyüdü ve bütün vücuduna yayıldı.Ayyub peygamber en iyi hekimlere gittiysedei, en iyi ilaçları kullandıysada herhangi bir fayda görmedi.Ve hatta vücudundaki o yaralar iyileşeceğine daha da azıyordu.Ayyub peygamberin hastalığı iyice arttı ve onu çalışmamayacak bir hale getirdi. Artık çalışamadığı için elde avuçta ne varsa hepsini bir bir tüketti. Karısı ona bakıyor ve elinden geldiğince de evi geçindirmeye çalısıyordu.

Ayyub peygamberin yaraları dahada fenalaştı.Hastalığının bulaşıcı olması ihtimaline karşı artık hiç kimse onun yanına bile yaklaşmak istemiyordu. Ayyub peygamber artık yapayalnız kalmıştı.Acı ve ıstıraplar içindeydi, ama o yinede o haldeyken bile Allah’a dua etmeye ve O’ndan sabır dilemeye devam etti. Bir müddet sonra ise bırakın vücudunu kareket ettirmeyi, dudaklarını kıpırdatacak takati bile kalmamıştı.Yani sözün kısası; bir insanın başına gelebilecek her türlü felaket, acı ve müsibet onun başına gelmişti. Fakat o, yinede o sağlıklı ve o varlıklı günlerinde olduğu gibi Allah’tan uzaklaşmamış, O’na olan bağlılığını ve güvenini hiç kaybetmemişti. Hz. Ayyub imtihanını başarıyla geçmiş ve çevresindeki insanlara örnek bir kul olmuştu.

Ayyub peygamber sağlığını kaybetti ama sabrını ve metanetini hiç kaybetmedi.

Hastalığının şiddetlendiği bir anda:

“Ey Rabbim! Halim sana malumdur.Adını anamayacak kadar hastayım! Ey şifa veren! Şifana muhtacım!..” diye dua etti.

Yüze Allah, o kulunda çok hoşnuttu.Ve onun duasını kabul ederek makamınıi kendi katında daha da yücelterek O’na:

“-Ayağını yere vur” diye vahyetti.Ayyub peygamber güçlükle ayağını kaldırıp indirdi. Ayağını indirdiği yerden berrak bir su kaynamaya başlado. Ayyub peygamber o suyla yaralarını temizledi.Yaraları çok kısa bir sürede kuruyup kayboldu; sudan doyasıya içti ve içindeki o dertler de böylelikle şifa buldu. Ayyub peygamber, hastalanmadan önceki o sağlığına tez zamanda kavuştu.Sağlığını yeniden kazanan Ayyub peygamber, eski servetini de yeniden kazandı.Ve böylece o; ferah ve sağlık içindeyken Allah’ı unutmadığı gibi, yoksul ve hastalıklı bir haldeyken bile O’na hiç küsmedi ve isyan etmedi. Ve böylelikle de o güzel insan, o iyi kalpli insan Ayyub Peygamber, Allah’ın en saık kulu olarak ve en sabırlı kulu olarak tarihe geçti.

Ve yine sabırla ilgili çok meşhur bir deyim vardır, sabır çanağı taştı, şeklide.Hikayesi ise şöyledir:

Ülkenin birinde, bir yerlerde çok zengin bir adam varmış.Bu adam çok genç yaşta ölünce; herşeyi karısı ile küçük kızına kalmış.Fakat adamın karısı da bir yıl sonra ölünce mallarının ve servetinin tek varisi olan o küçük kızlarına amcasi vasi olmuş. Amcası, yengesi ve oğulları; o yetim kızcağızın hem mallarını yerlermiş ve hem de ona hizmetçi gibi davranırlarmış.

Bütün o insanların tafralarını çeken, isteklerini yerine getirmeye çalışan, her türlü hakaretlerine maruz kalan ve hatta sık sık dayak bile yiyen o küçük kız halini hiçkimseye anlatmaı bir türlü becerememiş. Hiç kimse ile konuşmasın diye de bütün gün ona; çamaşır gibi, bulaşık gibi, ev temizlemek gibi, mutfak işleri gibi ağır işler verirlermiş. Ve hatta suçu olsun olmasın her gün dövülerek korkutulurmuş.

Tavan arasındaki o küçücük odasında geceleri geç vakitlere kadar ağlayıp duran o iyi kalpli küçük kız, bir gece rüyasında Ayyub Peygamber’i görmüş. Ve rüyasında Ayyub Peygamber, o küçük kızın derdini dinlemiş, sırtını sıvazlamış, onu teskin ve teselli etmiş. En sonunda ona bir güzel sabır tavsiye ederek kendisine bir çanak verdikten sonra:

“Bak yavrum, bu çanağı gizli bir yere sakla.Hergün bildiğin duaları oku ve vaktin oldukça “Ya sabır” çek ve bu çanağa üfle. Derdini bu çanağa anlat.Gözyaşlarını bu çanağa biriktir.Birgün bu çanak taşacak ve senin çilen de o zaman dolacak.”

O yi kalpli kız çocuğu sabahleyin erkenden uyanmış ve rüyasında gördüğü o ak sakallı ihtiyarı, o nur yüzlü adamı hatırlamış. Sonra kalkıp giyinmek için elbise dolabını açtığında birde ne görsün? Ayyub Peygamber’in rüyasında kendisine vermiş olduğu o çanak orada, o elbise dolabının içinde öylece durmuyor mu. Hem sevinmiş, hem şaşırmış ve hemde bu sırrı kiç kimseye söylememesi gerektiğini düşünerek,sessizce çanağı alıp bağrına basmış.

Derken aradan aylar geçmiş ve bizim o iyi kalpki kızımız günde iki, üç defa odasına çıkıp gizlice dolabı açarmış.Ve orada saklamış olduğu o Sabır Çanağı’nı hem öper,hemd erdini o çanağa anlatır, hem o güzelim gözyaşlarını onun içine akıtır ve hem de biraz olsun teselli bulurmuş. Derken çanağa akıttığı o gözyaşları giderek çoğalmaya başlamış.Ve bir gün yine derdini dökmek için dolabın kapısını açtığında çanağın artık taşmak üzere olduğunu farkeden kız çocuğu o anda kendi kendisine acaba şimdi ne olacak diye sormuş. Ve o bunları düşünürken amcası onu aşağıdan çağırmış. O anda korkudan eli ayağına dolanan o iyi kalpki kız çocuğu elindeki çanağı yeniden dolaba koyduktan sonra hemen aşağıya koşmuş.

O gün bütün ev halkı hazırlanmış ve vapurla çok uzaktaki bir yere tatile gidiyorlarmış.Ve o küçük kız çocuğunuda, o eve bekçi olarak bıraktıktan sonra ona çok sıkı tembihlerde ve talimatlarda bulunmuşlar. Fakat kader bu ya; ev halkının bindiği o vapur, denizin tam ortasında fırtınaya yakalanıp batmış ve ev halkının tamamı da o fırtınada boğularak ölmüşler.Ve o küçük kız çocuğu da yeniden o evin sahibi olmuş ve babasından kendisine miras kalan o malların hepsine yeniden sahip olmuş.Artık sabredemez oldum vey artık sabredecek takatim kalmadı manasına gelen: “Sabır çanağı taşti” deyiminin hikayeside bu şekilde anlatılmaktadır. Ve işte bütün bunlardan dolayıdır ki; ben Dersim’li Veysel Baba olarak eve kapanıp, inzivaya çekildikten sonra kendime rehber olarak o sabrı ve o maneviyatı seçtim.Çünkü sabır acıdır, ama tatlı bir meyvesi vardır.Sevgiler-Saygılar.Veysel Baba.