Ve Artık Veda Vaktidir

Ve artık veda vaktidir. Ve artık bu son yazıdan sonra ben yokum. Ve artık o masal dolu güzel günler bitti. Ve artık Shoreditch Park Hikayeleri’nin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Ve artık siz bütün güzel insanlara veda ediyorum. Ve artık yorgun bir insan olarak, mesajlarını vermiş bir insan olarak kendimi o derin yalnızlıkların içine atmak istiyorum. Ve artık bundan sonraki yaşammımı, o yaramaz arkadaşım Pancho Mancho’yla birlikte inzivaya çekilmiş bir yaşam yorgunu adam olarak sürdürmek istiyorum. Ve artık söylenmek istenen söylenmiştir, yazılmak istenen yazılmıştır ve verilmek istenen verilmiştir. Ve artık görevini yapmış bir insan olarak tıpkı o çok sevgili dostum Sessiz Ayak gibi kendi yuvama kapanarak adına ölüm denilen o sonsuzluk şerbetini tadacağım o günün gelmesini bekleyeceğim. Yani diğer bir deyişle: Oyun bitti, perde kapandı.

Bizim o derin maneviyat yüklü Anadolu inanç yapılanmasında buna kısaca “İnzivaya çekilmek” veya “Kendi iç dünyasına kapanmak” denilir. Ve özellikle de Anadolu Erenleri’nde, Anadolu Alevi Toplumu’nda; inzivaya çekilmek, dünya işlerinden elini, eteğini çekmek büyük bir değer olarak görülür, önemli bir aşama olarak görülür. Böylesine önemli bir mertebeye ulaşmış bir insan için artık bu yaşamın hiçbir önemi yoktur, artık o yorucu dünya hayatının herhangi bir anlamı yoktur, artık maddiyatın ve servetin hiçbir değeri yoktur ve artık bu ölümlü dünya için çabalamanın da herhangi anlamı yoktur. Arthur Schopenhauer, “Reading, writing and living” isimli makalesinde şöyle der:

“A hairy man from suffering anda buse before anything else (external annoyance) to strive fort o be  free, silence and time out, so that minimum number of un expected and residents with dangerous encounter possible, they will look for a modest life and thus promise very little in common with fellow after sharing the experience cloister valve it will prefer a life , even if it has a great soul, altogether will choose solitude.

Because a human being no matter how much by itself enough, other people will be less need fort hat much; other people per se  will be able to tolerate him so little . A higher mind is why being able to push out a human society level. It is true, if it edile bils compensated quantitative natüre of the mind, these people did not even live in the word of value to great paints; but fortunately a hundred wise men can not fool come together in one.

But standing at the other and of the spectrum gets rid of the need for break through pain does not get rid of, although it’s worth a lot of fun and efforts to interfere in the community, met fort he first anyone would love to meet, and in itself it becomes something that’s rather try to avoid. Because everyone is left in solitude faced with their qualifications, interests that have nothing to light a man’s self; I’m in all the groans under the burden of the people in abject fool of sequined attire, which is never a burden on assignment; where as the eyes to talented people refreshing secluded places thoughts. “

Seneca , reports that the folly of their own burden: “ a fool’s life is worse than death”

“Therefore, as a rule, a person may be involved in community care and mental miserable to the extent that the  overall volgar. On the one hand because in this world of loneliness choice of a person, on the other hand, it does not go much beyond platitudes.

Check the time, so when you have to realize freedom of the human personality or individuality is ulually composed of fruit or product of effort and only the remaining part of life. But what appears most people’s spare time? Boredom and stupidity, no doubt the flesh of the folly of the pursuit of exceptional circumstances or time . What such a tiny range of leisure as seen in the precious hours of his disappearance and arbitrary style or empty ignorant people , as pointed out how Ariosto pitiful! Ordinary people only think how they spend their time; A have any ability  to be busy people how to use the time . Limited human mind with boredom conveyor will cause the minds of not are, not prone to use for anything other than mobilizing the power. And when there is something special that had the will to act , it takes the form of inertia and minds would resort because as he will need to put something external to the scene. The result is that a man has power, whatever it is, it’s a terible recession , simply bpredom is.

Just as no cauntry just a few items of imports in need or no need to hear that a cauntry so prosperous, if not the most happy is the man that is suffivient to wealth within himself and outside either too little or human . Nothing  that do not need to sustain it’s existence. Because the imported goods are expensive things, they reveal the abuse , they give rise to the danger,they give rise to hardship anda re a miserable residence for domestic production short of the promse. No one from the others , or generally speaking , should not be in too much expectations from the outside World. For another thing to express a person is not so great; The only thing remaining is that everyone who eventually remain alone ad important.”

O değerli insan Arthur Schopenhauer’in de söylediği gibi; bu noktada asıl önemli olan şey insanın yalnız kaldığında kendi kendine yetebilmesidir. Ve şayet bir kişi her bakımdan kendi kendine yetebiliyorsa ve bu durum onda bir takım ruhsal sorunlar yaratmıyorsa; o zaman başka insanlara çok az gereksinim duyar. Eğer bir insan o aşk defterini çoktan kapatmışsa ve eğer bir insan maneviyattan yoksun o içi boş yaşam şeklini veya kültürünü bir yana bırakmışsa ve artık kendi iç dünyasına dönmüşse eğer; o zaman böylesi bir durumu gayet anlayışla karşılamak gerekir. Çünkü böylesi bir aşamaya gelmiş kimi insanların toplumdan adeta kaçarcasına uzaklaşıp da kendi iç dünyalarına dönmeleri ve orada manevi bir yolculuğa çıkmaları; o insanlardaki ruh gücünün, akıl veya zihin gücünün, yargılama yeteneğinin, algılama veya kavrama kapasitesinin ve her şeyi olduğu gibi hakkaniyetle muhasebe edebilme yeteneğinin çok yüksek bir seviyede olduğunu gösterir.

Sonuç olarak tarafsız bir gözle bakacak olursak eğer ve bu duruma hakkaniyetli bir yorum getirecek olursak eğer; o zaman çok rahatlıkla diyebiliriz ki her insan aslında yalnızdır ve her insan günün birinde adına yalnızlık denilen o sonsuzluk şerbetini mutlaka tadacaktır. Ama bu dünyada ama varsa eğer diğer dünyada. Burada önemli olanın o yalnız kalan insanın kim olduğudur ve niçin yalnız kaldığıdır. Yani o yalnızlığı kendisi mi seçmiştir, yoksa birileri mi onu o derin yalnızlıkların içine itmiştir. Çünkü bazı insanlar içine düşmüş oldukları o yalnızlıklarıyla çok rahatlıkla baş edebilirler ve o yalnızlığı kendi zihin dünyalarında çok rahatlıkla yenebilirler. Fakat bazı insanlar için ise o yalnızlık karanlık bir kuyu gibidir, korkulası bir cehennem gibidir ve sonu gelmez bir kabus gibidir. H.Ibsen: “En yalnız insan, en güçlü insandır” der. Goethe ise: “Yalnızlık sadece bir kelimedir. Söylenişi ne kadar kolay, halbuki taşıması o kadar zor ki” der.

Eğer bir insan her bakımdan kendi kendine yetebiliyorsa ve başka insanların varlığına ihtiyaç duymadan tek başına yaşayabiliyorsa eğer; işte o zaman sözkonusu o insan için yalnızlık diye bir kavram da o kadar ürkütücü değildir. Bir insan her bakımdan güçlüyse eğer ve her bakımdan donanımlıysa eğer; o zaman sorun kalmamış demektir. Bir insan belli bir aşamadan sonra tıpkı şu an benim yaptığım gibi eve kapanıp, inzivaya çekiliyorsa eğer ve duyguda birliktelik, düşüncede birliktelik, amaçta ve hedefte birliktelik, eylemde birliktelik, olaylara bakışta birliktelik, olayları kavrayışta birliktelik, olayları yorumlamada birliktelik, sevgide ve dostlukta birliktelik, kaderde ve tasada birliktelik, acıda ve kederde birliktelik, paylaşmada ve yardımlaşmada birliktelik, düş ve hayal birliktelik, kalpte ve gönülde birliktelik ve hatta o güzel yarınlar için bir mesaj vermede birliktelik gibi bir takım önemli kavramları, bir takım manevi kavramları ve bir takım insani değerleri, toplumsal değerleri adeta bir yaşam felsefesi gibi kendi yaşamına uygulayabiliyorsa eğer; işte o zaman asıl mutluluğun kapısı söz konusu o insan için ardına kadar aralanmış demektir. Çünkü o kapının ardında sonsuz bir saadet vardır, sonsuz bir huzur vardır.

Düşünebilen bir insan için, maneviyata değer veren bir insan için; yalnızlıklık o kadar da ürkütücü ve o kadar da korkulası bir yaşam şekli değildir. Şurası da unutulmamalıdır ki; Allah da yalnızdır ve milyarlarca yıldan bu yanadır hep yalnız yaşamaktadır. Ve bir gün canı sıkıldığı için ve yaratmış olduğu o muhteşem eseri görmesi için biz insanları yarattı. Yarattı yaratmasına da onları yola getirmekte ve onlara doğruyu öğretmekte bir türlü başarılı olamadı. Yüzlerce peygamber veya elçi gönderdiği halde ve onca felaketi insanların üzerine yağdırdığı halde; yine de biz insanları doğru yola getirmede başarılı olamadı ve yine de biz insanla şeytan arasındaki o sıkı ilişkiye bir son veremedi. Çünkü insan düşünen bir varlık olduğu için hep daha fazlasını arzu etmiştir ve maneviyattan çok maddeye değer vermiştir. Yani asıl mutluluğun kaynağı olarak maddeyi görmüştür. Yani sözün kısası daha fazla servet elde ederek asıl mutluluğu yakalayacağını zannetmiştir.

Sevgiyi, saygıyı ve dostluğu kendisine şiar edinmiş olan o gönüller sultanı Mevlana Jalaluddin-i Rumi’nin tasavvuf anlayışında insan beden ve ruhtan olmak üzere iki ana özden oluşur. İnsan bedenini yani gövdeyi toprak, rüzgar, ateş ve su gibi dört temel öğe, dört doğal etmen oluşturur. Bu öğeleri birleştiren, bir araya getiren ve onlara o asıl anlamı yükleyen tek güç ise sevgidir. İnsan bedeni yani gövde bir birleştiren olmadığı için ve ölümlü olduğu için dağılır. Yani bir diğer deyişle bütün kurucu öğelerini kaybeder. Ve kurucu öğesini kaybeden ruh, insan bedenine yani gövdeye misafir olarak geldiği içindir ki ölümden sonra asıl kaynağına geri döner. Ve her zaman beslendiği o tanrısal kaynağına yeniden geri döndüğü için de hep ölümsüzdür.

Bu düşünce sistematiğinde beden veya gövde ruhun kapatıldığı veya öylece çembere alındığı bir esaret yeri gibidir, bir özlem yeri gibidir. Ruh gövdede bulunduğu sürece asla özgür değildir ve bundan dolayıdır ki her zaman beslendiği o tanrısal kaynağına geri dönmek için adeta yanıp tutuşur. İnsan ruhunun bu özlem dolu arayışına aşk denir, sevgi denir, o ilahi güce sonsuz bağlılık denir. İnsan bedenine yerleşen ruh ölümsüz olduğundan, insanın da ölümsüz bir yanı vardır. İnsan bedenine canlılık kazandıran, ona dirlik veren ve insana düşünme, algılama, yargılama yetkisi sağlayan da yine içimizde var olan o ruhtur. Ve yine onun bu düşünce anlayışına göre şuan bize görünen bu evrenin ötesinde bir yerlerde asıl evren vardır ve şuan içinde yaşadığımız bu evren aslında o gerçek evrenin yansımasından başka bir şey değildir.

O gönüller sultanı Mevlana Jelaluddin-i Rumi’nin en temel öğretisi olan o tasavvuf anlayışında sevgi, ruhun o tanrısal kaynağa duymuş olduğu o sonsuz özlemi ifade eder, o sonsuz arayışı ifade eder. Çünkü sevgi her zaman kavuşturucudur, her zaman birleştiricidir ve her zaman insan ruhuyla bağlantılıdır. İnsan özünde sevgi olan ve sevgiyle ayakta kalabilen, sevgiyle o sonsuz huzuru bulabilen bir tanrısal varlıktır, bir ilahi varlıktır. Her arayışın içinde, her özlemin içinde ve her dokunuşun içinde sevgi vardır. Çünkü bütün bu evreni var eden ve bu evreni belli bir düzen içinde hep bir arada tutan o tanrısal kurgunun veya dokunuşun ardında da bir tanrısal güç, bir tanrısal sevgi mutlaka vardır ve olmalıdır da. Çünkü bütün kainat birbirine sevgi ile bağlanmıştır. Tıpkı ayın dünyaya aşık olduğu gibi, tıpkı dünyanın güneşe aşık olduğu gibi, tıpkı güneşin ateşe aşık olduğu gibi, tıpkı kelebeğin çiçeğe aşık olduğu gibi, tıpkı ruhun o ilahi varlığa aşık olduğu gibi.

Tasavvuf anlayışının benimsendiği o ilahi sevginin asıl kaynağı, asıl dayanak noktasıda ilkçağ Anadolu-Yunan felsefesidir. Ve bu ilahi felsefenin asıl kurucusu da Empedokles’tir. Sevginin birleştirdiği söylenen rüzgar, su, ateş, oprak gibi dört temel kurucu öğenin asıl kurucu sahipleri de yine Anadolu-Yunan bilgeleridir. Rüzgar Anaksimenes’in, su Thayes’in, ateş Herakleitos’un, toprak ise Empedokles’in benimsediği ilk kurucu öğedir. bu dört temel öğeyi birleştirip bir araya getiren de ve tiksintiyi, nefreti onlardan uzaklaştırığ ayıran da yine o bilge anlayıştır. Platon ve Aristotales felsefesinde de bütün göksel varlıklar diri oldukarı için birer ruh taşırlar.

Ve yine Mevlana’nın tasavvuf anlayışındaki o sevgi, diğer bütün canlılarda da vardır, ancak biliçsizdir, kendisini ifade edebilme yetisinden uzaktır. Fakat bunun karşısında biz insanlardaki o düşünebilme yetisi her zaman bizleri bir arayış içerisine sokmuştur. Ve o sonsuz arayış netişcesinde de gelinen en son nokta sadece ve sadece sevgidir. Çünkü sevgi sonsuz bir mutluluk demektir, sonsuz bir huzur demektir. Çünkü orada öğrenmek vardır, araştırmak vardır, bilgi edinmek vardır, soru sormak vardır, sorgulamak vardır, yargılamak vardır, paylaşmak vardır, arkadaşlık vardır, dostluk vardır, manevi değerlere sahip çıkma vardır, toplumsal değerlere saygı vardır, ailevi değerlere sahip çıkma vardır, kötülüğe karşı çıkma vardır, kötü olanı hayatımızdan çıkarma vardır, nefreti kendimizden uzaklaştırma vardır, savaşa karşı çıkma vardır, doğaya sahip çıkma vardır, haksızlığa karşı çıkma vardır, acıları paylaşma vardır ve o güzel yarınlar için hep bir araya gelme vardır. Ve rengarek bir gökkuşağı altında sevgiyle örülü çok güzel bir dünyayı yeniden inşaa etme vardır.

Ve işte söz konusu bu gizem dolu Shoreditch Park Stories sayesinde insanlar daha bir sevgi dolu olacaklar, daha bir umut dolu olacaklar, daha bir özlem dolu olacaklar, daha bir barış dolu olacaklar, daha bir kardeşlik dolu olacaklar ve daha bir dostluk dolu olacaklar. Ve belkide bu sayede de çoktandır unutmuş oldukları o geleneklere, o göreneklere ve bütün o manevi değerlere yeniden geri dönerek onlara bir güzel sahip çıkacaklar. Ve hemen ardından da çok kararlı bir şekilde bütün o doğa katliamlarına, o hayvan katliamlarına, insan katliamlarına, o savaş çığırtkanlıklarına, o karanlık senaryolara, o kıyamet senaryolarına, o küreselleşme senaryolarına, o küresel hegamonya düzenine, o küresel soygun düzenine ve bütün o haksızlıklara, adaletsizliklere, hukuksuzluklara ve de kural tanımazlıklara artık bir dur diyecekler, demelidirlerde. Çünkü başka bir dünya yok ve başka bir kurtuluş yolu da yok.

Ve ben Dersim’li Veysel Baba olarak söz konusu bu gizem dolu Shoreditch Park hikayelerini bir güzel kaleme aldıktan sonra ve siz bütün güzel insalara vermek istediğim bütün o mesajlarıda yine bu hikayelerin arasına bir güzel yerleştirip, serpiştirdikten sonra; artık görevimi yapmış bir insan olarak, mesajlarını vermiş bir insan olarak ve bütün iyi kalpli insanları barışa, kardeşliğe, sevgiye ve de dostluğa davet eden bir insan olarak, yaşam yorgunu bir adam olarak artık bir daha konuşmamak üzere o yalnızlık dolu evime kapanıyorum ve inzivaya çekilme sürecini başlatıyorum.

Bu noktada o sevgili dostum Sessiz Ayağa vermiş olduğum o sözün gereği olarak haftada bir kez dışarı çıkıp, onuno sevgili prensesi Goze’yle buluşmaya ve onu bir güzel eğitmöeye devam edeceğim. Çünkü o, bana o çok sevgili dostum Sessiz Ayağın en güzel hediyesi gibidir, en güzel armağanı gibidir. Ve yine gelinen bu en son aşama itibariyle de elimden geldiğince ayda bir kez de olsa Londra dışındaki o çiftlik evini ziyaret etmeye ve oradaki o tilki dostlarıma en güzel masalları, en güzel hikayeleri bir bir anlatmaya devam edeceğim.

Ve beklenen o gün geldiğinde bizim o iyi kalpli dostumuz Veysel Baba gece uykusunda iken bir rüya gördü. Rüyasında o sevgi dolu prenses Batavine ondan, hemen  uyanmasını ve o ikinci el pazarında kendisine vermiş olduğu o kum saatini hemen  çalıştırmasını istedi. O anda, o bizim yaşam yorgunu Veysel Baba hemen uyandı ve gidip arka odada öylece duran o nkum saatini çalıştırmaya başladı. O sırada bizim Veysel Baba söz konusu o kum saatinin ne işe yaradığını bilmesede içinden geçen bazı endişeler veya bazı kaygılar; aslında o kum saati ile , o çok sevgili dostu Sessiz Ayak arasında bir ilişkiye, bir bağlantıya işaret eder gibiydi. Kum ntaneleri aşağı düştükçe sanki o sevgili dostu Sessiz Ayak daha da bir ölüme yaklaşmaktaydı. Ve sanki en son kum tanesi aşağı düştüğünde bir devir kapanmış olacaktı ve o anda da o sevgili dostu Sessiz Ayağa bir daha karşılaşmamak üzere sonsuza değin veda etmiş olacaktı. Ve öyle de oldu, en son kum tanesi aşağıya düştüğünde kum saatinin içinde bir görüntü belirdi. O görüntüde Sessiz Ayak en güzel haliyle ve en güzel şekliyle sisli bulutlar arasından kendisine el sallıyordu. Ve daha sonra da içinde rengarenk çiçeklerin olduğu masalımsı bir diyara doğru, cennetimsi bir yere doğru öylece yürüyordu. İşte o anda bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba’nın o yorgun kalbi biraz mutluluktan olsa gerek ve biraz da ayrılıktan olsa gerek duıracak gibi oldu. Ama onun daha yapacağı başka işleri vardı ve daha görevini tam anlmıyla yerine getirmemişti.adam gözlerindeki birkaç damla göz yaşını sildikten sonra ve kendi içinden: “güle güle Sessiz Ayak. Güle güle sevgili dostum güle güle. Yolun açık oldun. Seni asla unutmayacağım. Tüm sevgilerim hep sanadır” dedikten sonra gidip yatağa uzandı ve üzgün bir şekilde dostu Sessiz Ayakla geçirdiği o güzel günleri bir bir anımsamaya çalıştı. Tıpkı bir masalı hatırlr gibi. Tıpkı bir varmış, bir yokmuş gibi. Ve tıpkı bir Veysel Baba ile konuşan tilkinin o sır dolu, o gizem dolu Shoreditch Park hikayelerinde olduğu gibi ve orada yazılı olduğu gibi. Bir varmış, bir yokmuş. Bir Veysel Baba ile bir konuşan tilki Sessiz Ayak varmış. Ve onlar hala o sır dolu parkın bir yerlerinde öylece mutlu bir şekilde yaşayıp dururlarmış. Sevgiler-Saygılar. Londradan Veysel Baba...